Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam148
Toplam Ziyaret753118
Cücüğü Çullu Dağı

Fotograf - Kuddusi Şen. Yıllar önce çekmiş olduğu bu fotografla aşağıdaki tadımlığı süslemiş olan Kuddusi Şen'e çok teşekkür ederiz!
kosektas.net 

Biraz gerçek, biraz söylence; Köşektaş’ın güney yönündeki dağın adı “Cücüğü Çullu” dağıdır. Yüksekliği, her yerine traktör gibi araçlarla gidilebilindiğine bakılacak olursa, aşınmış bir tepedir. Güney yamaçlarında Büyükkışla, İğdelikışla, Kuyulukışla, batısında Aşağıbarak köyleri, doğusunda Sarılar kasabası bulunmaktadır.

Yaşlıların anlattıklarına göre; Köşektaş Köyü kurulmadan önce, dağın kuzey yamaçlarından Uçkuyu’ya değin uzanan yerler Baraklılarınmış. Baraklılar, mayıs ayı başlarında bugünkü Sivribağ çevresine, evlerinde neleri varsa; koyun, kuzu, keçi, oğlak, tavuk hatta civcivlerini de alarak  yaylaya  göçerlermiş.

Bazı yıllar, mayıs ayında yaman soğuklar olduğundan, ağaçların çiçek ve meyvelerini bile don vururmuş. O soğuklarda cücükler ölsün mü? Onların da sırtlarına çul dikerek korumaya çalışırlarmış.

Dağın adı, cücüklerin üstüne örtülen çuldan gelir, derler. Kimbilir belki de uzaktan öyle görünüyordu. 

Cücük: Civciv.

Celalettin ÖLGÜN

Şiirlerle Şenlendik - 29. Bölüm

ŞİİRLERLE ŞENLENDİK - 29. BÖLÜM

"Şiirlerle Şenlendik" adlı yazı dizimizin 29. bölümünü
siz ziyaretçilerimize sunmanın kıvancını yaşıyoruz!
kosektas.net

Şair Dr. Salim ÇELEBİ

18 Eylül 2015, Cuma

Şiirlerle Şenlendik, 29 - Niye Nâzım - 2

Asım Bezirci. Sivas’ta yakılan canlarımızdan biri. Yazar, incelemeci, çevirmen, muhasebeci. Çevresine ışık saçan bir Güneş…



Türkiye Akademikerler ve Sanatçılar Derneği, 1977 yılında, Batı Berlin’de bir “Nâzım Hikmet Şöleni” düzenler. On iki gün süren şölen, Frankfurt ve Essen’ de de tekrarlanır ve Alman basını ve yayın organlarında olumlu yankılar yaratır.


Sol -1977 yılında, Batı Berlin'de düzenlenen Nâzım
Hikmet Haftası dolayısıyla hazırlanmış Almanca ve Türkçe afiş:
Sağ - Neruda  ve Nâzım, 1952.
Ruhi SU, 1977 yılında, Batı Berlin'de düzenlenen Nâzım
Hikmet Haftası'nda koro eşliğinde türkü söylerken.

Aşağıdaki yazı, Asım Bezirci’nin bu şölende yaptığı konuşmanın son kısmıdır. 

“Geçen yıl, Nâzım Hikmet’in 75. doğum yıldönümü dolayısıyla İstanbul’da, Spor-Sergi Sarayında bir anma töreni yapıldı. Nâzım Hikmet’ten şiirler de okundu. Şiirleri dinlerken onların 30 yıl, 40 yıl, hatta 50 yıl önce yazıldıklarını unuttum. Sanki o gün yazılmışlardı, öylesine yaşıyorlardı. Zaman eskitememiş, öldürememişti onları.”

“Demek ki Nâzım Hikmet olaylara, insanlara, sorunlara dünün değil, bugünün (yani geleceğin) gözüyle bakmıştı. Günceldeki yarını, geçicideki sürekliyi yakalamayı becermişti. Ayrıca, bu gün de bizi ilgilendiren konuların çoğunu, güzel bir biçim, devrimci bir görüş ve gerçekçi bir tutumla dile getirmişti:” 

“Örneğin özgürlük mü diyoruz; Nâzım Hikmet’in şiirlerinde var.”

“Eşitlik, kardeşlik, bağımsızlık, adalet barış mı diyoruz; O’nun şiirlerinde var.” 

“Aşk var.”

“Özlem, umut, ölüm, ayrılık, iş var.” 

“Ana sevgisi, yurt sevgisi, yaşama sevgisi var.”

“Faşizme ve emperyalizme karşı kavga var.” 

“Sözün kısası, bir insan olarak, Türk toplumunun bir bireyi olarak, hatta bir dünya yurttaşı olarak, ne arıyorsak, O’nun şiirinde en yetkin biçimiyle bulabiliyoruz. Bundan ötürü, Nâzım Hikmet’in şiiri bireysel sınırları aşarak ulusal düzeye ulaşıyor, giderek, evrensel boyutlar kazanıyor.”

“Kuşkusuz, bu durum yalnızca iyi bir şair olmanın değil, iyi bir şiir devrimcisi olmanın da sonucudur. Şiir devrimciliğini, devrimci dünya görüşüyle birleştiren Nâzım Hikmet, hayatıyla sanatını ve ülküsünü de tutarlı bir bütün halinde birleştirmesini bilmiştir.” 

“Yaşasın, Nâzım Hikmet gibi bir şair yetiştiren Türkiye işçi sınıfı!”

“Yaşasın, Almanya’daki Türkiyeli işçiler!”

Not: Yukarıdaki yazı, Haziran 1978 sayılı, “Sanat Emeği” adlı aylık sanat-kültür dergisinden alınmıştır. 




Yorumlar - Yorum Yaz
Güneş Kartalkaya'dan Doğar



Güneş Kartalkaya'dan Doğar
İbrahim ÇÖL

Her yerde bir kartalkayası vardır. Bizimki hepsinden sıcak ve yumuşaktır.

Güneşin Kartalkayadan doğduğu zamandı. Sabahları sırtlarında bütün kitapları. Küçücük dev sanılan adımları… Okula ilk gelmenin ilklik heyecanı, coşkusu… Güneşle ısınan ve ısıtan duygu… Ana yüzüne ilk gülüşteki ananın mutluluğu.

Derste nasıl bulduklarını hâlâ anlayamadığı hep birlikte öğrenme arzusu… Nerden ve nasıl oluştu. Ya da nasıl oluşturuldu.

Sabahın güneşi yalarken karşı bağın zerdalilerini, ısınır derslerimizdeki kabarmış bilgi açlığı…

Yeniden açmış doğa. Tüm cömertliği ile yeniden oluşur börtü böcek ve çiçekler. Toprağa karışmış, gerinir kirpi ve tosbağalar.  Kıdemli toplama kampı gözcüleri yercüğürceler. Oradan buraya kayarken kuyruğunu kaybeden diyetçi kelenkesteler.

Her teneffüs yonca bahçesi karıklarda karakucak güreşi. Zeytinyağı  ter. Zil çalar sivrinin üzerindeyken güneş.

Huysuz Arap ve İngiliz tayları gibiydiler. Tayfur, Yunus ve Serkan. Çantalarını ne ederlerdi bilmem. Okul hademesinin kolu daha sallanmadan zil çalardı içlerinde. İyi geçmiş hem öğretmeni hem de çocukları doyurmuş ders günü. Ünlü öğretmende bir şey demezdi bu aceleciliğe. Koşarken  dikilen yeleleriydi alnında Yunusun.

Uzun kış bitmiş, kar yumuşatmış kabaran topraktı tarlalar. Keliler merdiven basamağı, yün yataklardan. Eğrilen yol  bile kadifeden. Koyaklarda küçük ak birikintiler bozuyordu kahverenginin bütünlüğünü. Kendi gelen ekin ve taze tek tük çimenlerdi yeşil. Öksüz oğlan çiçeği çiğdem nevruz ve çalık bozu doğanın süsü…

Bizimkiler süvarilerinin zafere alışkın tayları gibi fırladılar. Altlarındaki toprağa her basışlarında bilmiyorlardı dünyanın en uygun kulvarında olduklarını.
İlk gören ilk koparan olmak ne mutluluktu çiğdemi nevruzu. Zafer sarhoşluğu  muydu ne… dikilmeden ikincisine kopuş… Güneş sivriye urgan boyu kalır, serinlik ve loşluk hatırlatır geri dönüşü.

Susaşır terler miydiler.

Nasıl uçarlardı gelişlerinde.

Kıyınardından köye süzülen kartal gibiydiler.

Gökkıyı, sualgın, acı, yalnızmezer, üçkuyu, kızltepe, eskibağlar, duranın çeşmesi, sivri, balitepesi, bitli…

Özgürlük bu olsa gerek.

Yoksa özlem mi…

İbrahim ÇÖL