Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam3
Toplam Ziyaret752973
Cücüğü Çullu Dağı

Fotograf - Kuddusi Şen. Yıllar önce çekmiş olduğu bu fotografla aşağıdaki tadımlığı süslemiş olan Kuddusi Şen'e çok teşekkür ederiz!
kosektas.net 

Biraz gerçek, biraz söylence; Köşektaş’ın güney yönündeki dağın adı “Cücüğü Çullu” dağıdır. Yüksekliği, her yerine traktör gibi araçlarla gidilebilindiğine bakılacak olursa, aşınmış bir tepedir. Güney yamaçlarında Büyükkışla, İğdelikışla, Kuyulukışla, batısında Aşağıbarak köyleri, doğusunda Sarılar kasabası bulunmaktadır.

Yaşlıların anlattıklarına göre; Köşektaş Köyü kurulmadan önce, dağın kuzey yamaçlarından Uçkuyu’ya değin uzanan yerler Baraklılarınmış. Baraklılar, mayıs ayı başlarında bugünkü Sivribağ çevresine, evlerinde neleri varsa; koyun, kuzu, keçi, oğlak, tavuk hatta civcivlerini de alarak  yaylaya  göçerlermiş.

Bazı yıllar, mayıs ayında yaman soğuklar olduğundan, ağaçların çiçek ve meyvelerini bile don vururmuş. O soğuklarda cücükler ölsün mü? Onların da sırtlarına çul dikerek korumaya çalışırlarmış.

Dağın adı, cücüklerin üstüne örtülen çuldan gelir, derler. Kimbilir belki de uzaktan öyle görünüyordu. 

Cücük: Civciv.

Celalettin ÖLGÜN

Hastamın Öğretmeni - 16 - Venüs

 Hastamın Öğretmeni

 

16 -VENÜS

Ferihan Hanımı ziyarete gitmeden önce, öğretmeni Nahit Hanım hakkında neleri, sohbetin hangi aşamasında sorabileceğimi, tasarlayarak gidiyordum. Çok hassas davranmak zorundaydım. Sohbetimiz süresince Nahit Hanım konusu, genellikle, sorulan ve yanıt alınamayan birkaç cümleden ibaret kalıyordu. Samanlıkta iğne aramak gibi bir şey..

“Akşamları neler yapardınız okulda?”

“Yatılı okuduğunuz için siz de bilirsiniz: Yemek, etüt, yatakhane. Okulumuz yatılı olduğu için her gece bir hoca nöbetçi kalırdı. Benim yazım çok düzgündü. Nahit Hanım nöbetçi kaldığında, beni odasına çağırırdı; yazı yazardım: Anılar, makaleler, not defterleri…”

“Savaş yıllarıydı o yıllar. Kıtlık yılları… Araç ve gereçleriniz yeterli miydi?”

“Bu günkü kalitede olmasa da her şeyimiz vardı. Saman kağıtlı veya sarı yapraklı defterlerimiz, çabuk biten kurşun kalemlerimiz, yazısı çıkmayan sabit kalemlerimiz. İki öğrencinin oturduğu sıralarımız vardı. Sıraların gözleri kapaklı idi ve kapak öne doğru kaldırarak açılırdı. Derslerle ilgili araç gereçlerimiz hep sıranın gözünde bulunurdu. Başka yere götürmezdik. Sıra kapağımın iç kısmına, cebir öğretmenimiz Macide Hanımın resmini yapıştırmıştım. Ben, sınıfta arka taraftaki sıralarda otururdum. İletişim kurmak istediği zaman, Nahit Hanım öndeki öğretmen masasından bana bir pusula gönderirdi. Pusula elden ele dolaştığı için, bana gelene kadar ne yazdığını herkes okurdu. Bana karşı duyduğu ilgiyi, sınıftaki herkes biliyordu. Arkadaşlar, ‘Seninki geliyor, seninki gitmiş,’ derlerdi.”

“Yatakhanedeki arkadaşlardan biri hafta sonları evci çıkardı ve yatağı boş kalırdı. Eğer Hafta sonu nöbeti varsa, o yatakta Nahit Hanım yatardı.”

“Nahit Hanım benim şiir yazdığımı biliyordu. Şiir yazdığım defteri hep merak ettiğini hissediyordum.”

“İri yarı, dişlek, çirkin bir kız arkadaşımız vardı. Kendisini de ikna ederek adını ‘Venüs’ koymuştuk. Son ders bittikten sonra benim şiir defterini, arkadaşlarla birlikte Venüs’ün sıra gözüne saklardık. Sabah geldiğimizde Nahit Hanımın şiir defterini bulup bulamadığını kontrol ederdik. Bulamadıysa, ‘Seninki yine bulamamış’ derlerdi. Yine, defteri sakladığım bir günün sabahı sınıfa gelip sıra kapağımı açtığımda, sıra gözümün arandığını gördüm. Hatta kapakta yapıştırılmış olarak bulunan Macide Hanımın resmi kapaktan çıkarılmış ve en üstteki kitabın üzerine koyulmuştu. Nahit Hanım beni Macide Hanımdan sanırım kıskanmıştı. Defter saklama işi öğrenci şımarıklığından başka bir şey değildi. Oysaki Nahit Hanım defteri istese, götürüp kendisine verirdim.”

“Yaz tatilinde Çapada mı kalıyordunuz?”

“Hayır. Ailem Zonguldak’ta olduğu için, Yazın tatilde Zonguldak’a giderdim. 10. Sınıftan 11. Sınıfa (son sınıf) geçtiğim yıl yazın, Zonguldak’ta evdeyim, dış kapının zili çaldı birden. Açmak için gittiğimde şoke oldum: Öğretmenim Nahit Hanım karşımda duruyordu. Yemek yedik evde ailemle birlikte. Zonguldak’ı gezdirdim. Akşam da vapurla İstanbul’a geri döndü.”

“Bir öğretmeninizin, hem de savaş yıllarında, ta İstanbul’dan kalkıp Zonguldak’a gelmesini ve sizi gördükten sonra aynı gün İstanbul’a dönmesini nasıl değerlendirdiniz?”

“…”

Aralarında geçen konuşmalar hakkında ketum davransa da “Ben o günlerde iki kadın veya iki erkek arasında, aşk ve cinsellik yaşanabileceği bilgisine bile sahip değildim,” demeden edemiyor.

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Güneş Kartalkaya'dan Doğar



Güneş Kartalkaya'dan Doğar
İbrahim ÇÖL

Her yerde bir kartalkayası vardır. Bizimki hepsinden sıcak ve yumuşaktır.

Güneşin Kartalkayadan doğduğu zamandı. Sabahları sırtlarında bütün kitapları. Küçücük dev sanılan adımları… Okula ilk gelmenin ilklik heyecanı, coşkusu… Güneşle ısınan ve ısıtan duygu… Ana yüzüne ilk gülüşteki ananın mutluluğu.

Derste nasıl bulduklarını hâlâ anlayamadığı hep birlikte öğrenme arzusu… Nerden ve nasıl oluştu. Ya da nasıl oluşturuldu.

Sabahın güneşi yalarken karşı bağın zerdalilerini, ısınır derslerimizdeki kabarmış bilgi açlığı…

Yeniden açmış doğa. Tüm cömertliği ile yeniden oluşur börtü böcek ve çiçekler. Toprağa karışmış, gerinir kirpi ve tosbağalar.  Kıdemli toplama kampı gözcüleri yercüğürceler. Oradan buraya kayarken kuyruğunu kaybeden diyetçi kelenkesteler.

Her teneffüs yonca bahçesi karıklarda karakucak güreşi. Zeytinyağı  ter. Zil çalar sivrinin üzerindeyken güneş.

Huysuz Arap ve İngiliz tayları gibiydiler. Tayfur, Yunus ve Serkan. Çantalarını ne ederlerdi bilmem. Okul hademesinin kolu daha sallanmadan zil çalardı içlerinde. İyi geçmiş hem öğretmeni hem de çocukları doyurmuş ders günü. Ünlü öğretmende bir şey demezdi bu aceleciliğe. Koşarken  dikilen yeleleriydi alnında Yunusun.

Uzun kış bitmiş, kar yumuşatmış kabaran topraktı tarlalar. Keliler merdiven basamağı, yün yataklardan. Eğrilen yol  bile kadifeden. Koyaklarda küçük ak birikintiler bozuyordu kahverenginin bütünlüğünü. Kendi gelen ekin ve taze tek tük çimenlerdi yeşil. Öksüz oğlan çiçeği çiğdem nevruz ve çalık bozu doğanın süsü…

Bizimkiler süvarilerinin zafere alışkın tayları gibi fırladılar. Altlarındaki toprağa her basışlarında bilmiyorlardı dünyanın en uygun kulvarında olduklarını.
İlk gören ilk koparan olmak ne mutluluktu çiğdemi nevruzu. Zafer sarhoşluğu  muydu ne… dikilmeden ikincisine kopuş… Güneş sivriye urgan boyu kalır, serinlik ve loşluk hatırlatır geri dönüşü.

Susaşır terler miydiler.

Nasıl uçarlardı gelişlerinde.

Kıyınardından köye süzülen kartal gibiydiler.

Gökkıyı, sualgın, acı, yalnızmezer, üçkuyu, kızltepe, eskibağlar, duranın çeşmesi, sivri, balitepesi, bitli…

Özgürlük bu olsa gerek.

Yoksa özlem mi…

İbrahim ÇÖL