Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam42
Toplam Ziyaret747435
Köşektaş Hikayeleri
 
 
Boynu Kravatlı
Celalettin Ölgün

Kimi öyküler çok sık okunduğunda ya da dinlendiğinde,
insanda bir bıkkınlık yaratır; kimi öyküler ise
şiddetli etkiler, derin izler bırakır!
kosektas.net

Kimi yerde “aptal” deseler de, kendileri biz aptal değil, “abdalız!” derler. Aslında kendi tanımları doğrudur. Çalgıcılık yaparak geçimlerini sağlarlar, kalender insanlardır. Çalgıdan geldikleri günü dolu dolu yaşarlar, eğlenirler, diğer günler ise yarı aç yarı tokturlar. Kendi aralarında ara sıra kavga etseler de, başkalarına zararları olmaz. Her kentte, onların toplu yaşadıkları mahalleler, semtler vardır.

1950’li yıllara değin kayıtsız, yurtsuz yaşarlarken, devlet, Hacıbektaş abdallarını asimile yoluyla eritmeyi düşünmüş olmalı ki, her köye üç aile yerleştirilmesini zorunlu kılmış. Anlatılanlara göre: Son yıllara değin zurnacı Külebi usta, düğünlerde davul oynatan Ferzi usta, Hallik usta, Köşektaş nüfusuna kayıtlılarmış. Sonradan hepsi de Hacıbektaş’a ya da Kırşehir’e yerleşmişler.

Hangi köyün nüfusuna kayıtlı olduğu bilinmeyen zurnacı Kemal usta da Köşektaşlı sayılır. Köyde olsun, dışarıda yaşasın, tüm Köşektaşlıları bilir. Köyün tamamına yakınının düğünlerinde o ve ekibi çalgıcılık yapmış, çocukların tümünü o sünnet yapmıştır. Sağlamcıdır; yeni doğan erkek çocuklar, nüfus kayıtları yaptırıldıktan sonra, onun defterine de kaydedilir. Zaman, zaman oğlan babasına: “Ne oldu, güççük ağa büyüyor mu?” diye, sünneti anımsatır.

Kız bitirme, nişan gibi merasimlerden haberi olur, oğlan tarafını her görüşünde, düğün zamanını sorar. Kısaca işinin takipçisidir. Kemal usta, doğruluğunun, cana yakınlığının yanında, aydın bir insandır. Çocuklarına sadece kendi işini yaptırmamış, hepsini okutmuştur da. Oğullarından öğretmen, banka memuru olanlar vardır.


 Fotograf: Suavi Cesur

Kemal ustanın öğretmen oğlu lisede okurken, kendi gibi şakacı olan anası, oğluna her gün takılıyormuş; “Şuna bak, şuna, okula gidiyor! Yarın, Neşet gibi saz çalan adam olacak değil ya, boynu gravatlı eşşek olur!" “Şuna bak, şuna, boz davulu duvara asıp da, utanmadan okula gidiyor.” Kadın, öbür oğlanı da zaman zaman sıkıştırırmış: "Şu sazı iyi öğren, çal, Neşet gibi adam ol! Öğrenmezsen, seni okula gönderir, okutur, öğretmen yapar, köy, köy süründürürüm!"

Diğer kimi yargıları yanlış olsa da, doğruluk payı olan yargıları da var.

Bilgi: İlk kez 21 Mart 2005 tarihinde yayınlanmış bir öyküdür.

Kemal Usta: Kemal Süle, 1934 yılı, Adana/Kozan, Hacımirza köyü doğumludur. 1936 yılında babasıyla birlikte Sivas'ın Şarkışla ilçesi, Alakilise köyüne, oradan da, 1953 yılında, Hacıbektaş'a göç etmiştir. (Bilgi: Suavi Cesur).

Kız Bitirme: Söz kesme.

Şiirlerle Şenlendik - 34. Bölüm

ŞİİRLERLE ŞENLENDİK - 34. BÖLÜM

"Şiirlerle Şenlendik" adlı yazı dizimizin 34. bölümünü
siz ziyaretçilerimize sunmanın kıvancını yaşıyoruz!
kosektas.net

Şair Dr. Salim ÇELEBİ

6 Kasım 2015, Cuma

Şiirlerle Şenlendik, 34 - Türk Halkı Bağışlasın Bizi

Kuvayı Milliye Destanını üç ilde yazmıştır Nâzım: 1939 İstanbul Tevkifhanesi, 1940 Çankırı Hapishanesi ve 1941 Bursa Hapishanesi.

Yiğit bir insan, devrimci bir şairdir Nâzım. Oldukça da alçak gönüllüdür. Yazdığı bu eşsiz destanın sonunda, yazdıklarının, ulusal kurtuluş savaşını yeterince anlatamadığını ileri sürerek; bağışlanmasını diler Türk Halkından.

Kuvayı Milliye Destanının bu son kısmını ne zaman okusam, ağlamamak için zor tutarım kendimi. “Bu ülke için, bu halk için ben ne yaptım?” sorusunu  kendi kendime sorar; bir yandan Deli Erzurumlu'nun akıbetine üzülürken, bir yandan da Nâzımın bu içtenlikli mütevazılığı karşısında dehşete düşerim...

"KUVAYI MİLLİYE"DEN

Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız
                      ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
                      yaratıyordu da.
Ve kılıçların,
                  nalların,
                             ellerin
                                      ve gözlerin pırıltısı
                ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve şu türküyü duydu :
        «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
          Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
                                      bu memleket bizim.

      Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
      ve ipek bir halıya benziyen toprak,
                             bu cehennem, bu cennet bizim.

      Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
      yok edin insanın insana kulluğunu,
                                 bu dâvet bizim...

     Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
      ve bir orman gibi kardeşçesine,
        bu hasret bizim...»

Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik
ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.

Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
                        suda balık,
                                  havada kuş kadar
                                               çokturlar;
korkak,
         cesur,
                 câhil,
                      hakîm
                              ve çocukturlar
ve kahreden
               yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...


Saya Oyunu

KÖŞEKTAŞ’TA DÖRT MEVSİM 
VI- Saya Donatma
Şair Dr. Salim Çelebi


Çok uzun bir zamandan beri yazıya yansıttığı anı ve hatıralarıyla, periyodik olarak gerçekleştirdiğimiz güncellemelerimize renk, içerik ve farklılık katan, Köşektaş ve yöresine yönelik bilgi hazinesini zenginleştiren şairimiz Dr. Salim Çelebi'ye, bu uğurda sarfettiği emeği ve çabası için çok teşekkür ederiz!

kosektas.net

Amerikan Bezinden dikilme iç köyneklerimiz vardı. (Fanila. Ayrıca, kazağa da fanille denirdi ya.)

Bitlenirdik, özellikle de kışın. Kafamızda ve iç köyneklerimizin dikiş yerlerinde bulunan bitleri, analarımız; iki başparmaklarının tırnakları arasında çıtır çıtır ezerek öldürürlerdi!

Bitler çok fazla ise, giysilerimiz şöyle bir ateşe tutulurdu. Yanan bitlerin cızırtısını kulaklarımızla duyardık!

Kartopu oynardık arkadaşlarımızla ve kayardık da eğimli yerlerden.

Ayağımızda lastik ayakkabılar vardı ve iskarpin çok az çocuğun ayağında bulunurdu. Babalarımız çorapların üzerine mes giyerlerdi.

Çatal şeklindeki lastik sapanlarla, basmada eşelenen serçeleri vurmaya çalışırdık!

Yerelması ve daha uzun süre bozulmadan korunabilmesi için toprak altına gömülen pürçüklü (Havuç) ve turp iştah açardı kış günleri.

Köyümüz üzümlerinden yapılan pekmez, verdiği enerjiyle karlı günlerin, vazgeçilmez besiniydi.

Akşamları, kermeyle yakılan sobanın gövdesine ve borularına; dilimlenmiş gumpür (patates) parçalarını yapıştırarak pişirirdik.

Saya donatılırdı şubat ayında: Köyün delikanlıları bir araya gelir, içlerinden altı - yedi kişiyi seçip farklı kılıklara büründürerek ev ev dolaşırlardı. Farklı isimleri vardı rol alan kişilerin: “Arap”tı birinin adı ve yüzü tava’nın isiyle kapkara boyanmış bir durumda olurdu. “Köse”ydi bir diğerinin adı: Üzerinde hayvan postundan yapılma bir giysi bulunurdu.

Anımsayamıyorum diğerlerinin isimlerini!

Saya donatanlar; bulgur, tere yağ ve ekmek toplarlar ve köyün tüm gençleri kendi aralarında pilav pişirerek yerlerdi.

Sayanın kökeni ve içerdiği anlam konusunda birçok sav ileri sürülmekte...
Köyümüz ve çevresinde; saç ve sakalı çıkmayan erkeklere “köse” denilmektedir. Ve yine saya donatanlar, sütten elde edilen tereyağ toplamaktadırlar. Bu nedenle ben, koyun karnında yünlenmekte olan kuzuların, bolluk ve bereketi için yapılan seramoni olarak değerlendiriyorum sayayı.

Dört - beş yaşlarındaydım. Yusuf amcam ve Hasan amcamın da ortak olduğu Massey Harrıs marka bir traktörümüz vardı. Köyümüzdeki tarlalar bittikten sonra, çalışmak için Çöl taraflarına giderlerdi. (Sadık köyünden daha öte tarafta bulunan tarlalara “çöl” denirdi.)

Köyümüzden çoğunun oralarda da (çölde) tarlaları vardı. (Komşu köylerin ta ötesinde Köşektaş’ın tarlalarının olması beni hep “aceba niye?” diye düşündürmüştür. Sanıyorum köyümüzün kökeni için iyi bir araştırma konusudur da.)

Kar ve kışın bastırmasıyla babamlar köye dönmüş, fakat traktör kar ve çamurdan dolayı tüm uğraşlara rağmen bir türlü çıkarılamıyordu köye.
Traktör, köyümüzün altındaki değirmene yakın bir yerde kalmıştı.

Kız kardeşim daha yeni doğmuştu, gidip müjdelememi söylediler. Dam boyu kar kaplı olduğu için her taraf, çığır açmışlardı. O çocuk halimle düştüm yola. Babamlar Salih Amcanın dükkanında oturuyorlardı.

Dükkanlar, sadece alışveriş yapılan yerler değildi o zamanlar; aynı zamanda oturulup sohbet edilen yerlerdi de.

Müjdeyi verdim ve karşılığını da aldım babamdan tabi: 15 kuruş. Biri on kuruş, diğeri beş kuruş olmak üzere iki madenî para.

Elimde paralarla oynarken ikisini de düşürdüm! Elimden yere düştü ve yuvarlanarak gitti paralar.

Utancımdan söyleyemedim hiç kimseye!

Bunca yıl geçmiştir aradan, fakat benim için en büyük para; kaybettiğim o 15 kuruş olmuştur hep!

Köşektaş'ta Dört Mevsim l VI - Saya Donatma l Şair Dr. Salim Çelebi