Machiavelli, 'Hükümdar' eserinde der ki: “Başlangıçta ince hastalığın tedavisi kolay, teşhisi zordur. Ama zaman ilerledikçe başlangıçta teşhisi ve tedavisi yapılmayan hastalığın teşhisi kolay, tedavisi zor olur. Aynı şey devlet işlerinde de söz konusudur. Devlet içinde doğacak sorunları zamanında tanımlayan biri için onların çözümü çabuk ve kolaydır. Ama sorunların ne olduğu kestirilemezse ve herkesin görebileceği kadar büyümesine izin verilirse, çözüm yolları ortadan kalkar.”
Bu söz, yalnızca devlet yönetiminde değil, bireyden topluma kadar uzanan pek çok sorunun özünü kavramak için bir rehber niteliğindedir. Peki, bugün Türkiye’de bu anlayışı ne kadar hayata geçirebiliyoruz? Sorunları zamanında teşhis edip çözebiliyor muyuz, yoksa herkesin görebileceği kadar büyümesine izin mi veriyoruz? Son yıllarda ülkemizde derin bir ruhsal bunalım hâkim. Bir yanda ekonomik zorluklar, öte yanda toplumsal çatışmalar, bireylerin ve ailelerin hayatını kökünden sarsıyor. Gazete manşetlerinden sosyal medyaya kadar her yerde aynı haberler: Aile içi şiddet, akıl almaz yoksullaşma, barınma sorunu, gençlerin geleceksizlik kaygısı, yabancılaşma, intihar ve cinayet haberleri… Artık kimse "Ben bu haberleri duymadan günümü geçireyim" diyemiyor.
İstatistikler her şeyi anlatıyor: Ülkemizde antidepresan kullanım oranı son on yılda katlanarak artmış durumda. Bu, bireylerin yaşadığı derin mutsuzluğun bir göstergesi. Mutsuzluk ilaçlarla çözülebilir bir hastalık olmadığı gibi antidepresanlarla çözülemeyecek kadar büyük bir sorun var ortada: Toplumsal dayanışma ve güvenin kaybolması. Sorunun tanımını yapmak artık kolay; tedavi etmek ise zor. Ama zor diye hareketsiz kalamayız. Öncelikle, bireylerin yaşadığı bu travmaların kökenine inmeliyiz. Eğitimden sağlığa, ekonomiden sosyal ilişkilere kadar her alanda "erken teşhis" mantığını devreye sokmalıyız.
Belki de en büyük sorun, hepimizin içinde büyüyen "geç kaldık" hissi. Oysa hiçbir şey için tam anlamıyla geç değil. Önemli olan, sorunların büyüklüğü karşısında pes etmemek ve toplumu yeniden inşa etmek için bireysel olarak da elimizden geleni yapmak. Her birey bir toplumu oluşturan yapı taşlarından biri. Eğer bireysel mutsuzluklarımızı ve öfkelerimizi fark eder, onları dönüştürmek için adımlar atarsak, bu zincirleme bir iyileşme yaratabilir.
Türkiye’nin bu “ince hastalığı” bir krizden çok, bir dönüşüm fırsatı olarak ele alınmalı. Çünkü unutmayalım: Hastalık ne kadar ilerlerse ilerlesin, iyileşme umudu her zaman vardır. Ancak bu umut, harekete geçilirse gerçeğe dönüşebilir.
Doç. Dr. Şafak Nakajima
Mary Shelley
"Frankenstein"ı okumak için bilinmesi gereken her şey.
Videoyu rahat izlemek ve videodaki altyazıyı rahat okumak için video ekranını büyültünüz! Videodaki Türkçe altyazıyı etkinleştirmek için ayarlar düğmesine tıkladıktan sonra gözükecek olan dil seçenek listesinden Türkçe'yi seçiniz.
"Mary Shelley" tarafından yazılan ve ilk kez 1818'de yayınlanan "Frankenstein" yaratılış, hırs ve Tanrı’yı oynamanın sonuçlarını araştıran klasik bir roman. Roman, alışılmışın dışında bir bilimsel deneyde garip ama duyarlı bir yaratık yaratan genç bilim insanı Victor Frankenstein'ı konu alıyor. Roman, bilimsel gelişmelerin ahlaki ve etik sonuçlarını araştırıyor ve insan ile canavar arasındaki sınırları sorguluyor.
"Frankenstein", Robert Walton adlı bir Arktik kaşifin mektupları aracılığıyla sunulan, anlatı içinde anlatı olarak ortaya çıkıyor. Walton, trajik hikayesini paylaşan Victor Frankenstein'la karşılaşıyor.
Zeki ama hırslı bir bilim insanı olan Victor, bir deney yoluyla vücut parçalarını bir araya getirip canlandırarak bir yaratık yaratıyor. Ancak, yarattığı yaratığın görünümünden dehşete düşen Victor, onu terk ediyor. Reddedilen ve izole olan yaratık, kendi varlığıyla boğuşuyor ve sonunda intikam peşinde koşuyor.
Hikaye ilerledikçe Victor, eylemlerinin sonuçlarıyla yüzleşiyor. Arkadaşlık arayan yaratık, zulüm ve ötelenmeyle karşılaşıyor ve insanlığa olan kırgınlığını körüklüyor, Victor'un yakınlarının ölümüne yol açan bir dizi trajik olay meydana geliyor.
Roman bilimsel sorumluluk, bilgi arayışı ve yaratılışın ahlaki sonuçları konularını ele alıyor. Toplumsal normlara meydan okuyor ve yaratıcı ile yaratım arasındaki karmaşık ilişkiyi araştırıyor. "Frankenstein", bilimsel yeniliğin etik sınırları ve toplumsal reddedilmenin bireyin üzerindeki etkisi üzerine düşünmeye teşvik ediyor.
Yaratığın ahlaki gelişimi ana tema haline geliyor. Doğası gereği mi kötü niyetli, yoksa kötü niyetliliği toplumsal reddedilmeden mi kaynaklanıyor? Shelley, kendi zamanında yaygın olan determinist görüşlere meydan okuyarak, çevrenin ve beslenmenin bireyin karakteri üzerindeki etkisine ilişkin soruları gündeme getiriyor.
Hem Victor hem de yaratık derin bir izolasyon yaşıyor. Victor bilimsel çabalarını sürdürmek için kendini izole ediyor ve bu durum onun fiziksel ve duygusal açıdan gerilemesine yol açıyor. Toplum tarafından ötelenen ve izole olan yaratık şiddete yöneliyor. Shelley, izolasyonun umutsuzluğa ve düşmanlığa yol açtığını öne sürüyor.
Yaratığın görünümü ve toplumun onu ötelemesi Shelley'nin bilinmeyene ya da 'öteki'ne duyulan korku hakkındaki yorumunu yansıtıyor. Roman, okuyucuları önyargının sonuçlarını ve dış görünüşe göre yargılamanın sonuçlarını düşünmeye davet ediyor.
Walton'un mektupları ve Victor'un anlatımı dahil olmak üzere birden fazla anlatının kullanılması hikaye anlatımına katmanlar katıyor. Olaylara farklı bakış açılarına olanak tanıyor, öznelliği ve tekil anlatıların güvenilmezliğini vurguluyor.
"Frankenstein", bilimsel gelişmelerdeki etik ikilemleri keşfetmesi ve insanlığın durumu hakkında gündeme getirdiği kalıcı sorular nedeniyle güncelliğini koruyor. Shelley'nin çalışması, okuyucularda yankı uyandırmaya devam eden, bilimsel ve ahlaki seçimlerin sonuçları üzerine eleştirel düşünmeye davet eden, uyarıcı bir hikaye görevi görüyor.
Bedros Tıngır'ın Evrensel Dili Şehleray The Seh-lerai Language
Şair Bedros Tıngır'ın dünya barışına hizmet etmesi için tasarladığı, icat ettiği ve kurallarını, gramerini oluşturduğu Şehleray dilinin hazin hikâyesi...
Şair Bedros Tıngır’ı (Petros Tıngıryan) ve tasarladığı Şehleray dilini pek bilen yoktur. Kendisi 19. Yüzyılda 40 yıl boyunca İzmir Buca’da yaşamış ve 1881 yılında Buca’da ölmüş Ermeni bir şairdir. Dokuz dile (Ermenice, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Sanskritçe) hâkim olan Tıngır, 1865 yılında burada, uluslararası olarak kullanılabilecek Şehleray dilini icat etmiştir. Bu dil Tıngır’a göre, bütün ülkeler arasında barışı ve sevgiyi teşvik edecek, dinler üstü, diller üstü, uluslar üstü kimlikli bir dil olacaktır. Tıngır, çeşitli dinlere ve dillere bölünmeye maruz kalmadan evrensel tek bir dilin ulusları birbiriyle bütünleştireceğine ve hatta tüm bireysel çekişmelere, tüm kavgalara ve tartışmalara bir son vereceğine inanmıştır. Tıngır, dilinin dünya çapında, tüm uluslar tarafından sevgi ve direniş olmadan kabul edileceğini hayal etmiştir. Hedefinde, yıkılmayacak bir Babil Kulesi inşa etmek vardır.
Böyle bir hayat felsefesi benimsemesinde, Tıngır’ın yaşadığı kimi olaylar da etkili görülmektedir. Tıngır, 3 Eylül 1799'da Konstantinopolis'te doğmuş, 21 Ekim 1811 yılında Ermeni Katolik Mekhitarist İlahiyat Fakültesi’nde rahiplik için eğitim almak üzere Viyana'ya gönderilmiştir. Bedros'a 7 Eylül 1813'de dini bir sembol taşıyan Karapet ismi verilmiştir. On dokuz yaşında bir rahip olarak görevlendirilen Karapet, Konstantinopolis'e dönmüş, ancak 1827-1830'da başkent Ermeni Ortodoks Patrikhanesi tarafından kışkırtılan Ermeni Katoliklerine yönelik zulüm sırasında şehirden gönderilmiştir (Russell, 2012, s.3). Tıngır, ilk önce Bükreş'e gitmiş, 8 Ocak 1828'de Viyana'daki manastırına dönmüş, buradan hem Ermeni Katolikliği hem de kendisine verilen Karapet ismini reddederek ayrılmıştır. Yolculukları onu son olarak İzmir'e taşımıştır. Fikrimce, dinler ve diller üstü, barış ve sevgi taşıyacak bir dil icat etme motivasyonunun altında, yaşadığı zorlu mücadeleler yatmaktadır.
Tıngır, icat ettiği yeni dili, çeşitli dillerin çeşitli seslerinden, özellikle Sanskritçe'den oluşturmuş, çeşitli karakterlerin parçalarından oluşan bir amalgam yaratmıştır. Herhangi bir ulus tarafından kabul edilip kullanılmadığından Şehleray, bir dil olarak adlandırılamamıştır. Tıngır, icat ettiği dil için bir gramer kitabı ve sözlük hazırlamıştır. Oluşturduğu alfabeyi temel aldığı bir müzikal notalama sistemi dahi geliştirmiştir (Russell, 2012, s.3).
Eğitiminin bir kısmını Viyana’da, bir kısmını da İstanbul’da tamamlayan Tıngır, şair olmasının yanı sıra bir dilbilimci olarak da kabul edilebilir. Kendisi, yeni oluşturduğu Şehleray dilinde şiirler yazmış, gelen ziyaretçilerine bu dilin Fransızca tercümesinden şiirler okumuştur. Fakat kendisi dışında Şehleray dilini anlayabilen, o dilden eserleri okuyabilen biri olamamıştır maalesef. Elbette elimize ulaşan eserleriyle, özellikle de yazdığı gramer kitabı ve sözlük vasıtası ile dilin analizi ve bu dil üzerinden yazılan şiirlerin analizi mümkündür.
Tıngır, Buca’daki evinin girişine, kendi tasarladığı dili kullanarak ‘’Ayzeradant’’ yani ‘’Bilgelik Tapınağı’’ yazmıştır (Russell, 2012, s.4). Evinde dilbilimi üzerine çokça kitap içeren bir kütüphanesi bulunmaktadır. Ünlü yazar William Saroyan, Bedros Tıngır’ın yakın arkadaşlarındandır. Bedros Tıngır’ın yaşadığı yer bugün, Tıngırtepe olarak adlandırılmaktadır; lakin orada yaşayan halkın Bedros Tıngır hakkında bir bilgisi olmamakla birlikte, Şehleray dili hakkında da fikirleri bulunmamaktadır.
Bugün, Bedros Tıngır’ın evini görmek mümkün değildir; Tıngır’ın evinin bulunduğu yerin üzerinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin devasa bir heykeli bulunmaktadır. Şehrin hafızasının geri kazandırılması, Bedros Tıngır’ın çok önemli bulduğum dil felsefesinin görünür kılınması için Tıngır hakkında geniş kapsamlı araştırmalar başlatılmalı, çeviri faaliyetleri yapılmalıdır.
Gözde YILMAZ
Kaynakça:
Russell, James (2012) "The Seh-lerai Language", Journal of Armenian Studies.