Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam10
Toplam Ziyaret802362
Film Tanıtım Köşesi


KARA KAFA
(Schwarzkopf)

Yönetmen
Korhan Yurtsever

Oyuncular
Betül Aşçuoğlu l Savaş Yurttaş l Cüneyt Kaymak l Özlem Güler l Macit Flordun l Gülsen Tuncer l Ercan Demirel l Bülent Oran l
Wolfgang Esch l Bahri Ateş

Türk yönetmen Korhan Yurtsever tarafından 1980'lerin başında tamamlanan Kara Kafa (Almanca: Schwarzkopf), Türk işçilerinin Almanya'ya göçünü konu alıyor; yalnızlık, siyasi direniş, sendikal örgütlenme ve feminist hareketin hikâyesini anlatıyor. Film, 1980 yılında gösterime sunulduğunda, Türkiye'deki sansür kurulu tarafından "dost ülke Almanya'nın onuruna hakaret ediyor" gerekçesiyle yasaklanır. Yönetmen Korhan Yurtsever, filmin yasaklanmasından hemen s sonra Almanya'ya sürgüne gider.

Filmin Konusu: Almanya’da bir metal fabrikasında çalışan Cafer, daha iyi bir yaşam sürme umuduyla, eşi Hace ile çocuklarını Almanya'ya götürür. Hamile eşi Hacer, bir iş bulur ve çalışmaya başlar, ancak hemen ardından doğum yapar. İşte bundan sonra, hem aile içinde hem de aile dışında sorunlar başlar. Hacer de, Cafer de çalıştığı için, yeni doğan çocuklarının bakımı sorun olur. Çocuğun bakımını sağlamak için, oğul ve kızlarını, Türkiye’ye gönderiyoruz gerekçesiyle, okuldan alırlar, eve kapatırlar. Oğulları genellikle yalnızdır, zamanının büyük bir bölümünü kentte yalnız dolaşarak geçirir. Kızları, yeni doğan kardeşine bakmak için evde kalmak zorunda kalır. Cafer için önemli olan, çocukların eğitimi değil, çocuk parasının ödenmesidir.

Çok bir zaman geçmeden Cafer işsiz kalır. Zamanın büyük bölümünü kahvehanelerde geçirir. Hacer,  hem çalışır hem de dernek, sendika çalışmalarında, kadın örgütlerinde aktif rol alır, çevresinin etkisiyle fiziksel ve zihinsel bir dönüşüm geçirir.

Filmin asıl negatifleri 2022 yılında şaşırtıcı bir şekilde yeniden keşfedilip restore edilir. Bu sayede bu tarihi belgeyi sinemaseverlere sunma olanağı doğar.

Kara Kafa (Schwarzkopf) l 1979 l 82 dakika.

Filmi izlemek için buraya tıklayın.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

Ömer Emmi

Ömer Emmi hoş, sevimli bir komşumuzdu. Otuzlu yaşlardaydı. Siyah kadife şalvarlı, orta boylu, etine dolgun, koyu esmer olmamasına rağmen, siyahı tipli bir yapısı vardı. Evlerimizin yakın olması nedeniyle hemen hemen her gün bize gelirdi. Özellikle sabahları tandır yanarken birlikte tandır başında otururduk. Ömer Emmi hoş sohbet birisiydi ya da biz çocuklara öyle gelirdi. Çocuklarla oynamayı çok seven bir karaktere sahipti. O zamanlar küçük kardeşim Hacıba iki üç yaşlarında çok sevimli, tatlı dilli bir çocuktu. Ömer Emmi bize geldiğinde özellikle onunla oynamayı çok sever, Hacıba’nın kendine sopa (kösseği) ile vurmalarına, canı acısa bile, katlanırdı. Bazen çocuğa karşı yalandan ağlama numarası yapardı. Onu böyle ağlarken gören Hacıba da ağlamaya başlardı. Bu oyunu, çocuğu fazla üzmemek için çok uzatmaz elleriyle kapattığı yüzünü birden açar gülerdi. Bu arada tekrar sopayı yer, oyun böyle sürer giderdi. Hep oyun süresince Ömer Emmi her türlü nazımıza oynardı. Biz ona, o bize büyük bir sevgi ve saygıyla bağlanmıştık.

Ömer Emmi’nin gözleri görmezdi. Nasıl olmuşsa askerlik görevini yaparken bir hastalık musallat olmuş gözlerini alıp götürmüştü. Bu yüzden askeriyeden aylık bağlanmış ve devlet güzel bir de ev yaptırmıştı. O zamanlar köyümüzün tek kiremitli, çatılı evi olmuştu. Bugün hâlâ bu ev ayakta durmaktadır.

"Gözlerimde çok az ışık var!" derdi. Bunu biz de sezerdik. En çok sevdiği iş çeşmeye gidip su taşımak olurdu. Onun bin bir zahmetle taşıdığı suyu karısı Ferice Bacı çabucak harcar tekrar suya gönderirdi.

Eskiden komşuluk ilişkilerinde bir tat, bir lezzet vardı. Bu ilişkiler çok candan olur, çıkar gözetilmezdi. Bu sıcak ilişkilerden olacak sevgili kardeşim Ali (Hacıba) Ömer Emmi’yi bir türlü unutamadı. Bana hep, izinli geldiklerinde, "Ağabey Ömer Emmi’yi bir yazsana" dedi durdu.

Gerçekten de Ömer Emmi benim kafamda da uzun yıllar yer etti. Üstüne roman yazmaya kalktım. Bende sayfalar dolusu bu konuda yazı var. İnternete yazılacak öykü kısa olmalı, okuyucuyu sıkmamalı ve gerçek olmalı. Ayrıca ballı, şekerli olmalı ki insanlar özellikle "bizim kuşak" haz alsı , zevk alsın. Tabi bu arada küçükler de bir şeyler kazansın.

Köyüm benim için bir hazine, yazı kaynağım. Keşke önceleri araştırmalar yapsaydım. Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı üstüne yaşayanlarla savaşlar üstüne görüşebilseydik. Onları kayıt edip belgelendirebilseydik. Bu açıdan ben kendimi hiç affetmiyorum… Neyse hikayemize dönelim:

Bir gün, sanıyorum iki bin yılının yaz sonunda yaya olarak köye gitmek üzere Avanos’tan yola çıktım. Bunun için iki amacım vardı: birincisi Ömer Emmi’nin yolunu keşfetmek, nerede, nasıl öldüğünü araştırmak ve olayı yaşamak. İkinci amacım, dokuz yaşında yaya olarak yaptığım Avanos yolculuğundaki çocukluğumu aramaktı.

İzlediğim yol eski bir yaya yoluydu. Aynı zamanda bu yoldan kağnılar ve at arabaları geçmişti. Çoktandır yol kullanılmıyordu. Yer yer kesiliyor önüme sonradan oluşmuş dereler çıkıyordu. Yürümekten aşırı şekilde bir haz alıyor ve düşünüyordum.

Köybağı’nı geçip Ziyaret Dağı’nı tırmanırken karşıma eski kör kuyuları andıran bir çukur çıktı, irkildim, az kalsın içine düşecektim. Çukura sap, saman, gazel yaprakları dolmuştu. Dikkatlice bakınca bu eski ve ıssız yerin çevresinin küçük taşlarla çevrildiğini gördüm. Çukurun gün doğumu yönünde büyükçe bir taş yığını duruyordu. Büyük bir ihtimalle Ömer Emmi’nin öldüğü yeri bulmuştum. Çevrili taşlar yosun bağlamıştı. Bu nokta hakkında önceden ön bilgiye sahiptim. O zaman anlatılan yer böyle bir yerdi. Çukurun etrafındaki taşları keşfe gelen jandarma çevirmişti. Olayı tekrar yaşadım. Garip bir duyguydu. Bu nokta ile karşılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. Aradan uzun yıllar geçmişti. İçim bir hoş oldu. İyice o yerin burası olduğuna kanaat getirmiştim.

12 Şubat 1963 günü Ömer Emmi, sabah erkenden Avanos’a gitmek için hazırlanır. Hava güzeldir. Karısı Ferice Bacı havanın güzel olmasına rağmen kış ortasında bu yolculuğa karşı çıkar. Ama Ömer Emmi karısına aldırmaz. Kafasına koymuştur. Avanos’ta yaşayan kardeşi Ayşe’ye bu kış gününde "kayıt kamet" görmüştür. Bunları bacısına ulaştıracaktır. Avanos yolculuğu üzerine karısı ile epeyce tartışırlar. Öyle ki, Ömer Emmi eşekle yola çıkmış karısı da tartışa tartışa arkasına düşmüş köyün dışına kadar arkasından yürümesine rağmen köyde kalması için Ömer Emmi’yi ikna edememiştir. Sonunda pes etmiş Sarılar yolundan geri köye dönmüştür.

Ömer Emmi böylece Avanos’a varır. Varır varmasına da bacısı ile bir mesele yüzünden kavga eder. Gerisin-geri izinin üstüne Avanos’tan köye yola düşer. Kızı Emir’e göre aynı gün, bana göre de, bir gün sonra yola düşer. Çünkü aynı gün köye tekrar ulaşamayacağını bilir. Üstelik kardeşi Ayşe ile varır varmaz tartışmasının bir anlamı yoktur.

Ziyaret Dağı’na girince lapa lapa bir kar başlar. Ardından bir rüzgar, bir fırtına. Kar tipiye çevirir. Ömer Emmi sendeler bir çukurun içine düşer. Aslında yürüdüğü patika şeklinde, iki tarafı da uçurum, bıçak sırtı gibi bir kağnı yolu veya eşek yoludur. Yanındaki eşek, sahibi düşünce dolanır kalır etrafında. Sonunda eşek de yorulur. İkisi de oracıkta derin bir uykuya dalarlar ve bir daha da uyanamazlar.

Aradan dokuz gün geçer. Ancak o süre sonunda hava açar. Avanos’tan Özkonak’a doğru at üstünde mektup dağıtmaya çıkan bir postacı cesedi görür. Gün vurmuş, kar taneleri kısmen erimiş Ömer Emmi’nin ölmüş vücudu açığa çıkmıştır.

Köye haber ulaşır.

O günü ben de iyi hatırlarım. Sekiz - on yaşlarında çocuktum. dışarıda çok şiddetli bir ayaz vardı. O soğuklara bugün Sibirya soğukları deniyor. Tükürsen yere buz olarak düşerdi. Biz o akşam komşumuz Zekiye Bacı’nın evine toplanmış sobanın başında oyun oynuyorduk.

Mustafa Emmi kara haberi getirdi. Çocuk yaşımıza rağmen şok olmuştuk. Kar diz boyunu aşıyordu. Omar Emmi’yi getirip yudular, arıttılar. Sonra bir daha görüşmemek üzere birbirimize veda ettik.

Kara duman tepe pecelerden kıvrıla kıvrıla süzülüyor, acı tezek kokusu tüm köyü sarıyordu. Kadınlar Ferice Bacı’nın etrafında toplanmışlar ağlıyorlar, için için, iç çekiyorlardı.


Ferice Bacı kababoydan alıyordu:

         Yüce tüter odamızın tütünü
         Umudum yok büyütemem öksüzü
         Ben de Omar’ımı gelir sanıyom
         Kadife paltolu, kara şalvarlı

         Omar’ımı yedi, açıldı dağlar
         Eridi karları suları çağlar
         Tez gel Omar kurbanın olam
         Elleri koynunda bir yarin ağlar

         Bana imiş zemherinin ayazı
         Nasip olmadı bayram namazı
         Tez gel Omar kurbanın olam
         Çiçek açar bağlarının firezi

         Ben bakarım Avanos’un yoluna
         Zor ölüm öldü gider zoruma
         Deli oldum çok görmez eller
         Hasretim arşın elli, kulaç koluna

         Evimizin kapısı mavi boyalı
         Avanos dediğin engin havalı
         Şaşırıp da Ziyaret’te gezerken
         Bir kul yetişmedi ağzı dualı

         Kardeşin evine görüyor kayıt
         Ziyaret’te kalmış vallahi ayıp
         Hele görseydin kele bacısı
         Karlara boyalı o kara bıyık

         Avanos’tan çıktım saat beş idi
         Karlar yağdı ayaklarım üşüdü
         Ne yaptım Kadir Mevla ben sana
         Götürüp de bir dereye düşürdü

         Şaşırdım yolumu gözlerim sakat
         Dereyi çıkmaya kalmadı takat
         Akşam oldu kar üstümü bürüdü
         Özkonak dediğin bilmem kaç saat

         Yeni dökmüş gazelini bağları
         Ne çabuk kar yağdı ağardı dağlar
         Kadir Mevla’m sana ne yaptım
         Elleri koynunda tek kızım ağlar

         Kara paltosunu duvara astım
         Öksüz kuzusunu bağrıma bastım
         Gelir diye güvenmiştim yarime
         Bugün bayram günü umudu kestim


Yukarıdaki dizelerin elde edilmesinde bana yardımcı olan Şükran Şeref’e içten teşekkürlerimi sunarım. HÜSEYİN SEYFİ 

  
1169 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Kitap Tanıtım Köşesi


İsyanın ve Felsefenin Diyalektiği
Merdan Yanardağ

Türkiye’nin önde gelen nitelikli gazetecilerinden Merdan Yanardağ yine şaşırtıcı bir yapıtla karşımızda. Gazeteciliğinin yanı sıra akademik çalışmaları, siyasal ve entelektüel kimliğiyle de tanıdığımız Yanardağ, mesleği nedeniyle olsa gerek, ağır kitapları bile temposu yüksek ve akıcı bir dille kaleme alıyor. Ufuk açıcı eserler üretiyor. Elinizdeki kitap bunun en iyi örneklerinden biri.
 
Siyaset bilimi ve sosyoloji doktoru da olan Yanardağ’ın, gazetecilik deneyiminden süzüp getirdiği ve akademik çalışmaları sırasında kaleme aldığı –ilk kez yayımlanan metinlerden oluşan– İsyanın ve Felsefenin Diyalektiği kitabı, entelektüel ve bilimsel derinliğiyle “parlak bir eser” diye nitelendirilmeyi fazlasıyla hak ediyor.
 
Yanardağ bu çalışmasında, Türkiye solundaki “Türk olmaktan utanma” kompleksinden İran Devrimi’nden çıkarılacak derslere, sosyalist hareket ile Kemalizm ilişkisinden aydınlanma ve modernite tartışmalarına, Oryantalizmin güncelliğinden “aydın” kavramı bağlamında Mannheim ve Gramsci’ye, Althusser’in Marksizme bakışından Foucault’ya, iktidar-rıza denkleminden Gadamer ve Derrida’ya, Türkiye’de cumhuriyetçi solun kimlik sorunundan Antonio Negri’nin teoriyi yeniden kurma girişimine kadar uzanan geniş bir alanda inceleme ve çözümlemeler yapıyor.
 
Kitap, bilgilendirici özelliğinin yanında, entelektüel ve siyasal ortamda yaşanan liberal ve postmodern zihin kirliliğine karşı teorik bir müdahale eseri olarak da okunabilir.
Hem bu kadar ünlü, hatta “popüler” bir gazeteci olup hem de böyle bir kitap yazmak herkesin harcı değil. Okuyacak ve şaşıracaksınız.

İsyanın ve Felsefenin Diyalektiği

Merdan Yanardağ

ISBN: 9786254184611