Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam122
Toplam Ziyaret667084
Resim Tanıtım Köşesi

Japon resim sanatçısı “Ikushima Hiroshi” tarafından çizilmiş “5:55” adlı bu tablonun zarif doğasının keyfini çıkarın.

Osakalı resim sanatçısı “Ikushima Hiroshi”, zarif bulduğu çoğu bayanları, resimlerini çizmek için, atölyesine davet eder, ancak hep olumsuz yanıt alır, bu da onu karamsarlığa iter.

Aldığı olumsuz yanıtlar sonrası cesareti kırılan sanatçı, resim atölyesine yakın bir kamu dairesinde çalışan, atölyesinin önünden her gün gelip geçen tablodaki bu zarif bayanı, modelliğe ikna için, üç bayan arkadaşını seferber eder.

Bayan, mesai sonrası, her gün saat 5:55 ila 6:00 arasında, azami beş dakika atölyede bulunma kaydıyla, resim için model olmayı kabul eder. Duvardaki saatin “5:55”i göstermesi bu yüzdendir. Aslında vakit öğle sonudur, ancak sanatçı vakti resime “5:55” şeklinde yansıtmıştır.

Sanatçıya göre resim, abartılı şekilde fazla saf ton, çok sayıda da çizim hatası içermektedir. Çizim hataları kısıtlı zaman nedeniyle kaçınılmaz oluşmuştur. Bu yüzden sanatçı, tabloya uzaktan bakmayı tavsiye eder.

Tablo bugün, Tokyo'dan pek de uzak olmayan, elliden fazla resim sanatçısının dört yüz elliden fazla gerçekçilik tarzı tablolarının sergilendiği, Chiba Eyaleti'nde bulunan Hoki Müzesi'nde sergileniyor.

Müzede sergilenen tablolar arasında en çok rağbet gören bu tabloyu izleyen ziyaretçilerin en sık sordukları soru: Tablodaki modelin nerede olduğu.

Bilgi: Tabloya ve sanatçıya yönelik kimi bilgiler “iMedia” adlı sayfadan tedarik edilmiştir!

kosektas.net

Anasayfa


www.kosektas.net 




Adnan Yalım l TEN - METAL l Tuval Üzerine Yağlıboya l 89x116 cm l 2017

“Resimlerimde kadın ile erkek arasında asırlar boyu süren uyumsuzluğu, zıtlığı, çatışmayı ve gerilimi, ten ve metal temasıyla anlatmaya çalışıyorum. Kadın çok açık bir şekilde resimde yer alırken, erkek yok. Erkeği temsil eden oradaki gemiler, makineler, motosikletler, yani kadının yanında yer alan objeler. Ama bu objeler çoğunlukla ölmek üzere olan, parçalanmış, paslanmış biçimleriyle resmediliyor. O da kadının doğurgan, makinenin ölümlü olduğunu ima ediyor. Yani ne kadar bakarsanız bakın, o süreyi tamamlayacak. Ama kadın doğurgan olduğu için varlığını sürdürecek. Sonuç olarak “Ten-Metal”de kadın yumuşaklığı, doğurganlığı, kentselliği temsil ederken, erkek sert ve acımasız, maço ve soğuk yanı temsil ediyor.” Adnan Yalım

SINIRSIZ VE ÇIPLAK UMUTSUZLUK

Bilim insanları, yakın bir gelecekte insan yapımı nesnelerin ağırlığının dünyadaki tüm canlıların toplam ağırlığını aşmış olacağını tahmin ediyor. Yani yeryüzündeki tüm plastik, tuğla, beton ve diğer insan yapımı nesneler, ilk kez gezegendeki bitki ve hayvanların ağırlığını aşmış olacak. İnsan yapımı nesnelerin tahmini ağırlığı bir teratona (1 trilyon ton) ulaştı. Yeryüzündeki her insan başına, her hafta kendi vücut ağırlığı kadar nesne üretiliyor.

FERİDUN ANDAÇ

Sınırsız ve Çıplak Umutsuzluk Feridun Andaç l 29 Mart 2023

Antroposen Çağı'nın anlattığı ne varsa yaşıyoruz bugün. Çağını, zamanını, gününü, gecesini, havasını, suyunu yeni yeni anlayıp sorgulamaya başlayan insan, yeryüzünün kıymetini anlamaya yöneliyor.

“Bu yönelmede yeterli bilinç var mı” diye sorgulayacak olursak bilgi çağının söylemleriyle bunu yanıtlamamız olanaksız. Zira tüketilen her şey, değersizleştirilenlerin günbegün artışı yıkımlara kapı aralıyor. Öyle ki bunu yalnızca “savaş”larla açıklayamayız.

İşte, bakın, yaşanan doğal felaketler bize ülkelerin/ sistemlerin çöküşünü de anlatıyor. Pas zihni, güve bedeni kemiriyor. Amik Gölü kurutulurken seyre dalan zihniyet, Salda Gölü’ne çare aramaktan aciz.

Toprakta, suda, gündelik yaşamımızda “metabolik yarılma” dediğimiz şey yaşanılalı, tükenenin yerine hiçbir şeyi koyamıyoruz. Bir nevi “insan çağı”nın değerlerini hoyratça kullanarak, yıkarak yol alıyoruz.

Depremle gelen yıkımlar hayatın her alanındaki sarsıntıların açtığı gedikleri gösterdi bize. Mesele, salt çarpık yapılaşmanın da ötesinde bir gerçeği anlatıyordu aslında. Geri dönülmez, onarılmaz her şey biteviye betonlaştırılarak alanlarda köklendirilirken benzer şey, zihin betonları da döküyordu yaşama alanlarımıza. Uydurma “millet bahçeleri” bunun tipik örneğidir. Önde göstermelik “yeşil alan” ardına dikilen devasa beton bloklar silsilesi.

Bir tek bu da değil. Sağlık, eğitim, tarım ve daha birçok alanda yaşatılan cendere; doğa, çevre katliamları gibi, mesleksizleştirilen insan topluluklarını tembelliğe işsizliğe terk ediş. Emeği ıskalayıp güdülebilen bir sistem yaratma çabası. Yaşama girdabına dönüşen kentlerin nefessiz kalışı...

Tüm bu altüst oluşlar yaşanadururken depremle sistemin çöküşü çok şeyi ortaya çıkardı. Özellikle siyasi körlüğün itibar kaybına meydan vermemek için toplumun her kesimini zihin tutulmasına götüren hamlelere girişildi bu süreçte.

McKenzie Wark’ın “Küresel Metabolik Yarılma” dediği şeyin bu coğrafyada nasıl yaşandığını deprem gerçeğinde gördüğümüz gibi bir sinemasal başyapıt olan, Emin Alper’in “Kurak Günler” (2022) filminde de izlemiştik.

Evet, “Katı olan her şey buharlaşıyor”! Sistemi tıkayan, insanı umursamayan, emeği değersizleştiren her şey kendi tükenişini de hazırlıyor. Sınırsız sanılan dünyanın olanakları bir bir tükeniyor. Hele hoyrat yönetimler ve bunların aktörleri betonlaşmış zihniyetleriyle her bir şeyi dumura uğratırken seyirci kesilen kitlelerin uyuşukluğuna ne demeli?

Suyu elinden alınan, ormanı yok edilen, toprağı çölleştirilen, iyi eğitimden yoksun bırakılan kitlelerden eylem beklemek nafile! Her şeye rağmen bu “insan çağı”nda insandan/ insanlıktan yana iyimserim ama asla umutlu değilim!

İktisadi oluşumu var eden üretim alanları yeni teknolojilerle donatılmadığı, “yeni insan” kültürü var edilmediği sürece kapitalizmin her türlü dayatması betonlaşmaya ve çölleşmeye alan açacaktır.

Evet, depremin yarattığı yıkım bir sonuçtur. Ağır yenilgi alınmış bir “savaş”ın sonucundaki sarsıntının neden ve niçinlerini daha çok konuşmak yerine, görülen “sefaletin” aktörlerini bertaraf etmenin zamanıdır.

Sınırsız ve Çıplak Umutsuzluk Feridun Andaç l 28 Mart 2023



Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası'nda yer alan metin, resim, fotograf ve diğer tüm içeriklerin hakları asıl sahiplerine aittir! Söz konusu bu kaynaklar, sahiplerinin rızası olmadan, basılı ya da dijital başka ortamlarda yayınlanamaz! 
kosektas.net,

Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası


www.kosektas.net|İletişim: kosektas@kosektas.com|Son Güncelleme: 29 Mart  2023


Eski medeniyetlerin toprak ya da buzul altından çıkartılan kalıntılarıyla, bildiğimiz, anlatılan tarihin değişebildiğine çok kere tanıklık ettik. Yani şu cümleyi de kurabiliriz: Geçmişi bildiğimizi düşünüyoruz ama anlatılan hikâyelerden hangileri doğru? Bununla beraber, her ülkenin tarihi anlatış şeklinin de farklılık gösterdiğini biliyoruz. Peki, anlatılan geçmişin doğru olduğundan nasıl emin olabiliriz? Susan Wise Bauer’in Say Yayınları tarafından yayımlanan dört ciltlik Dünya Tarihi Serisi tüm bu sorulara alternatif bir yanıt verme niyetinde.
03.01.2023
İrlandalı usta yazar Samuel Beckett (13 Nisan 1906 / 22 Aralık 1989), 1948’de Fransızca yazdığı, Kendisini dünya çapında bir üne kavuşturan iki perdelik oyunu Godot’yu Beklerken için “Godot’yu yazmaya rahatlamak, o sırada yazdığım korkunç düzyazıdan kendimi kurtarmak için başladım.” der. Beckett burada uyguladığı yoksullaştırma yöntemini Oyun Sonu (1957) ve Mutlu Günler (1960) gibi sonraki oyunlarında daha da ileri taşımış, diyalogları iyice minimalist kılarak ulaşılması olanaksız gözüken mutlak bir sessizliğe doğru yol almıştır. Zira yaşamın anlamının kaybolması, sözcüklerin yok olmasıyla eşleşir ve Hamlet’in ölmeden önce “Ve gerisi sessizlik” demesi gibi, Beckett de son metni olan Sarsılmalar’ı (1988) “Ah, her şeyi bitirmek” cümlesiyle noktalamıştır. Belki bu son sözleri yazarın tüm yaşamı boyunca aradığı ve arzuladığı sessizliğe, uzun çabalar sonucunda, bir anlamda kavuşmayı başardığı şeklinde algılayabiliriz.
03.01.2023
Prof. Dr. Emre Kongar’ın toplumu uyaran eşsiz kaleminden çıkan bu kitap, tarihe “toplumsal bir aymazlığın ibret verici örneği” olarak geçecek önemli bir sürecin öyküsüdür. Deneyimli bir toplumbilimcinin ve aydının 2000-2021 arasında Türkiye’de yaşananları yıllar öncesinden görerek toplumu uyarmaya çalıştığını belgeleyen, felakete doğru göz göre göre gidişimizi önleyememiş olan uyarılarının, değerli gazeteci-yazar Ümit Aslanbay tarafından seçilmiş ve düzenlenmiş olan derlemesidir. Bu kitabı okurken, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin adım adım, hangi tarihsel duraklardan geçerek “Şahsım Devleti”ne taşındığını görecek, hem Kongar’ın gözlemlerine hayret edecek ve üzülecek, hem de gelecek için umutlanacaksınız. Ülkemizi saran karabasanın sonuna yaklaştığımız bir dönemde, aynı hatalara bir kez daha düşülmemesini sağlamak açısından önemli bir belgesel kitap…
03.01.2023
10 yıl boyunca tarikat ve cemaatler içerisinde yer alan ve şeyh yardımcılığına kadar yükselen Tekeli, "Bütün şeyhler, tarikatlar, cemaatler sahtedir. Buralarda tecavüz ve taciz vardır. Tacizin ana kaynağı sadece tarikatlar değil, kuran kursları, yurtlar ve cemaatlerdir. Bunlar din pazarlayan, namussuz ahlaksız insanlardır. Ben bunların hepsini gördüm ve yaşadım” dedi. Tekeci ayrıca, mahallelerde açılan “Sıbyan mektepleri”nin ne kadar tehlikeli olduğunu, devlet kurumlarının hangi cemaat ve tarikatlara paylaştırıldığını detaylarıyla anlattı.
12.12.2022
Prof. Dr. M. Orhan Öztürk, Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlanan Biat Toplumunun Kökenleri: Özerk Benlik - Kul Benlik adlı incelemesinde, özerk benlik, kul benlik kavramlarını, “biat toplumunun ruhsal kökenleri”ni örneklerle tanımlıyor. Toplumumuzda günden güne artan kadın cinayetlerinin, çocuk istismarlarının, hayvanlara karşı şiddetin, doğaya ve çevreye karşı vurdumduymaz davranışların temelinde nasıl bir ruh hali vardır? Toplumun ve devlet yönetiminin hemen her kesimini sarmış görünen değerler yozlaşmasının kökenleri nelerdir? Cumhuriyet’in önemli atılımlarının ve Dil Devrimi’nin, özerk benlikli yurttaşlar yaratmadaki rolü nedir? Sorunlarımızın kaynaklarını tanımadan neyle savaşacağımızı bilebilir miyiz?
10.12.2022
Kitap Tanıtım Köşesi

Bu Bizim Çığlığımız l Bu Bizim Duamız l Dünyada Barış Olsun!

Bu kitapta savaşın etkileri yüzünden hayatını kaybeden cesur Sadako’nun tüm dünyaya barış çağrısı yapılmasına ilham veren hikâyesini ilk kez eksiksiz olarak okuyacaksınız. 
 
Koşmayı, arkadaşlarıyla oyunlar oynamayı çok seven, hayat dolu bir kızdı Sadako. Henüz on iki yaşındaydı. Günün birinde koşup oynayamaz oldu.

Önce ne olduğunu anlamadı. Ailesi ona sadece bir süre hastanede kalması gerektiğini söyledi. Ancak gerçek çok acıydı. İki yaşındayken atom bombasının etkilerine maruz kalan Sadako, lösemiye yakalanmıştı. Ve en fazla bir yıl ömrü kalmıştı. Durumdan habersiz olan sevgi dolu ve şefkatli Sadako, ailesine yalnızca iyileşmeye odaklanacağına söz verdi ama anne babasının borçlarını ve faturalarını ödemekte zorlandığını biliyordu. Böylece iyileşmek ve ailesine yük olmamak için kâğıttan turnalar yapmaya başladı. Çünkü bir Japon efsanesine göre kâğıttan bin turna kuşu katlayan kişinin dileği gerçek olurdu. Acı gerçeği öğrendiğinde bile yılmadı ve bunu sonunda artık katlayamaz hale gelene kadar sürdürdü. 

Ölüm döşeğindeyken bile kendinden çok ailesini düşünen, çektiği büyük acılara rağmen onlara yük olmamak için pahalı ilaçlar almayı reddeden Sadako’nun heykelinin bulunduğu Çocuk Barış Anıtı, bugün Hiroşima Barış Parkı’nın içinde yer alıyor. Sadako’nun ağabeyi Masahiro Sasaki ile Barış Turnaları Projesi’nin kurucusu Sue DiCicco, Sadako’nun ve ailesinin daha önce hiç görülmemiş fotograflarıyla dolu eksiksiz hikâyesini ilk kez bu kitapta anlatıyor. 

Kitap l Sadako Sasaki İle Kağıttan Bin Turnanın Gerçek Hikayesi l ISBN 9786254102653