Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi20
Bugün Toplam133
Toplam Ziyaret804442
Film Tanıtım Köşesi


KARA KAFA
(Schwarzkopf)

Yönetmen
Korhan Yurtsever

Oyuncular
Betül Aşçıoğlu l Savaş Yurttaş l Cüneyt Kaymak l Özlem Güler l Macit Flordun l Gülsen Tuncer l Ercan Demirel l Bülent Oran l
Wolfgang Esch l Bahri Ateş

Türk yönetmen Korhan Yurtsever tarafından 1980 yılında tamamlanan Kara Kafa (Almanca: Schwarzkopf), Türk işçilerinin Almanya'ya göçünü konu ediniyor; yalnızlık, siyasi direniş, sendikal örgütlenme ve feminist hareketin hikâyesini anlatıyor. Film, 1980 yılında gösterime sunulduğunda, Türkiye'deki sansür kurulu tarafından "dost ülke Almanya'nın onuruna hakaret ediyor" gerekçesiyle yasaklanır. Yönetmen Korhan Yurtsever, filmin yasaklanmasından hemen sonra Almanya'ya sürgüne gider.

Filmin Konusu: Almanya’da bir metal işletmesinde çalışan Cafer, daha iyi bir yaşam sürme umuduyla, eşi Hacer ile çocuklarını Almanya'ya götürür. Hamile eşi Hacer, bir iş bulur ve çalışmaya başlar, ancak hemen ardından doğum yapar. İşte bundan sonra, hem aile içinde hem de aile dışında sorunlar başlar. Hacer de, Cafer de çalıştığı için, yeni doğan çocuklarının bakımı sorun olur. Çocuğun bakımını sağlamak için, oğul ve kızlarını, Türkiye’ye gönderiyoruz gerekçesiyle, okuldan alırlar, eve kapatırlar. Oğulları genellikle yalnızdır, zamanının büyük bir bölümünü kentte yalnız dolaşarak geçirir. Kızları, yeni doğan kardeşine bakmak için evde kalmak zorunda kalır. Cafer için önemli olan, çocuklarının eğitimi değil, çocuk parasının ödenmesidir.

Çok bir zaman geçmeden Cafer işsiz kalır, zamanın büyük bölümünü kahvehanelerde kumar oynayarak geçirir. Hacer, hem çalışır hem de dernek, sendika çalışmalarında, kadın örgütlerinde aktif rol alır. Hacer ayrıca, çevresinin de etkisiyle, fiziksel ve zihinsel bir dönüşüm geçirir.

Filmin asıl negatifleri 2022 yılında şaşırtıcı bir şekilde yeniden keşfedilip restore edilir. Bu sayede bu tarihi belgeyi sinemaseverlere sunma olanağı doğar.

Kara Kafa (Schwarzkopf) l 1979 l 82 dakika.

Filmi izlemek için buraya tıklayın.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

Anasayfa

www.kosektas.net

1984 yılında fotograf sanatçısı Mehmet Ünal tarafından çekilmiş, 2010 yılında "Kültür Alakart" (Kulturtage 2010) adlı bir kültürel etkinlikte sergilenmiş bir göç fotografı. 
kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

GÖÇÜN FOTOGRAFÇISI

Türk misafir işçiler, 1961 yılından başlayarak, Türkiye’nin her bölgesinden Almanya’ya gelmişlerdi. Bunlardan çoğu mesleksiz olarak, zeka ve beceriden çok, kol ve omuz gücü gerektiren işlerde çalışıyorlardı. Az buçuk Almanca bilenler ise Grundig gibi, Opel gibi, Daimler gibi büyük firmaların üretim bantlarında çalışıyorlardı.

MEHMET ÜNAL

1960‘lı yılların başından itibaren ülkemin insanlarının birçoğu çalışmak için Almanya’ya gelmişlerdi. Hatta bazıları eşlerinden ve çocuklarından ayrılmak zorunda kalmışlardı. Benim için ise tam tersi oldu. Alman bir turistle tanışıncaya dek, İstanbul‘da bir tiyatroda oyunculuk yapmaktaydım. Tercümanlık yapmak için bir lokantaya çağrılmıştım. Orada bir Alman gezi kafilesiyle ve o kadınla tanıştım.
Tatilden sonra kadın Almanya‘ya dönmüş, bense İstanbul‘da kalmıştım. Bir yıl sonra tekrar Türkiye’ye geldiğinde, botla Ege’yi dolaştık, sonrasında da birlikte yaşamaya karar verdik. Şark masallarında hep damat gelini beyaz bir at ile kaçırır. Ancak bizimkinde atın dizginleri eşimdeydi. 1976 yılının Kasım ayında beni, mavi beyaz bir uçakla, Almanya’ya, Mainz’a kaçırdı.
  
Almanya’ya geldiğimde, Mainz Şehir Tiyatrosu‘na ve bazı televizyon kanallarına başvurarak iş talebinde bulundum. Fakat başvurularım hep, Almanca bilmediğim gerekçesiyle, reddediliyordu. Ola ki bir teklif aldığımda, karısını döven ya da esrar satan bir Türk karakteri canlandırmam isteniyordu. Ancak, ömrünün büyük bir bölümünü tiyatro sahnelerinde geçirmiş biri olarak, böylesi bir teklifi kabul etmeyi bir türlü içime sindiremiyordum. Hamlet gibi, Macbeth gibi oyunlarda oynayabilecek birikime sahip, Brecht ve Schiller’in oyunlarında rol almış birisi olmama rağmen, burada oyuncu olarak çalışmam için fırsat tanınmıyordu. Bu durum beni gazete ve fotografçılıkla ilgilenmeye zorladı.
  
O yıllarda henüz 27 yaşında idim. Almanya’ya geldiğimden beri 700’ün üzerinde iş müracaatında bulunmuştum. İlk baktığınızda Bild gazetesinin Ren – Main Bölgesi muhabiri olarak, az bir ücret karşılığında, çalışmaya başladım. Artık Günaydın gazetesi için koşuşturuyor, ancak diğer bazı gazeteler için de fotograflar çekiyor, haberler aktarıyordum. İzleyen yıllarda Mainz Tiyatrosu‘nda fotografçı olarak çalışmaya başladım. Oyuncu olarak çalışamadığım bir mekanda artık fotografçı olarak çalışıyordum.
  
Kısa bir zaman sonra, yaptığım işler ses getirmeye başlayınca, çalıştığım kurumlar benden, Almanya’daki Türkler‘in nasıl yaşadıkları, nasıl ibadet ettikleri, boş zamanlarında ne yaptıkları ve benzeri konularda araştırma yapıp yazı yazmamı istediler. Böylece 1970’li yılların sonlarına doğru ülke insanlarımın Almanya’da nasıl yaşadıkları hususunda izlenim edinmeye başladım. Şaşırmıştım. Hem de haddinden fazla. Çünkü Almanya’da çalışan Türkleri sadece yıllık izinlerini geçirmek için İstanbul’a geldiklerinde görüyordum. Orada, oldukça şık ve modern bir görünüm sergiliyor, zengin bir izlenim veriyorlardı.
  
Ancak Almanya’da gördüklerim çok daha farklı idi. Kimi Türkler burada adeta en aşağıda idiler. En kötü evlerde oturuyorlar, en kötü işlerde, çok az bir ücret karşılığında çalışıyorlardı. Elbette bakımlı ve temiz giyimli olanları, iyi işlerde çalışanları da vardı. Bilhassa erkekler, elbiseleri, şapkaları, kravatları ve şemsiyeleriyle oldukça şıklardı. Hazır elbise almıyor, Türkiye’de diktirdikleri elbiseleri giyiyorlardı.

Türk misafir işçiler, 1961 yılından başlayarak, Türkiye’nin her bölgesinden Almanya’ya gelmişlerdi. Bunlardan çoğu mesleksiz olarak, zeka ve beceriden çok, kol ve omuz gücü gerektiren, döküm, boya, inşaat ve benzeri işlerde çalışıyorlardı. Az buçuk Almanca bilenler ise Grundig gibi, Opel gibi, Daimler gibi büyük firmaların üretim bantlarında çalışıyorlardı.

Yaşam hikayelerini yazmak istediğim çoğu işçilerle erkek hayımlarında karşılaştım. Hayımlar genellikle iş veren firmalara aitti. Her işçinin bir odası olur, mutfak ve banyolar diğer işçilerle müşterek kullanılırdı.

Türk misafir bir işçinin dış piyasada kiralık bir ev bulması hemen hemen imkansızdı. Çoğu kiralık ev ilanlarında „Sigara içenlere ve yabancılara verilmez!“ diye özellikle belirtilirdi. Hayımları ziyaretlerimde sadece orada oturanların değil, oturdukları mekanların da fotograflarını çektim. Ancak, objektifime takılan çoğu kareleri, insan onurunu zedeleyici bulduğumdan, hiçbir zaman başkalarıyla paylaşmadım, hiçbir yerde yayınlamadım. Hep merak etmişimdir. Acaba misafir işçiler, Almanya’ya gelirken, öylesi mekanlarda yaşam sürdüreceklerini  düşünmüşler miydi?
  
Şark’ta bir söz vardır. „Kısmet.“ "Nereye gidersen git, olan olacaktır!" Şark insanı için kısmet, büyük bir tesellî kaynağıdır. İnsanlar yaşam koşullarını kısmet ve kaderleri olarak algılamışlar. Almanya’ya gelen ilk kuşak insanları, gösterişten uzak ve oldukça mütevazilerdi. Gerçekte bu ülkeye çok faydaları dokundu. Federal Almanya’nın 60 yıllık geçmişinin neredeyse 50 yılında onlar da var. Onlar, bu ülkeyi Almanlarla birlikte yeniden yapılandırdılar. Bu yüzden, Türk misafir işçiler, bu ülkenin dayanak ve destekçileri olarak, kendilerini hep huzurlu ve gururlu hissettiler. Evlerinin duvarlarını ya politik söylem ve sloganlarla ya da Willy Brandt, Helmut Schmidt gibi politik idolların fotografları ile süslediler.
  
2009 yılının başlarında yabancıları, bir kez daha, evlerinde görüntüledim. Ancak bu defa, sanki düşüncelerini ifade etmek istemezcesine, politikaya boşvermişçesine, odalarının duvarlarını bomboş buldum. Tam olarak bilmiyorum ama, bunun nedenini tahmin etmek oldukça güç. Sorup soruşturmak ise çok daha güç.
  
1980 öncesi yıllarda, Türk misafir işçilerin evlerinde dikkat çeken bir şey daha vardı. Evlerinde kullandıkları eşyalar, tek tek parçalardan ve kullanılmış mobilyalardan oluşurdu. Bu sebepsiz değildi. Bu, bir gün kesin dönüş yapmayı kafalarına yer ettiklerinden, fazla açılıp saçılmadan, bir yıl daha, bir yıl daha geçirmek umuduyla ve hep bu şekilde yaşamayı tercih ettiklerinden böyleydi.
  
1980’li yılların başından itibaren her şey değişmeye başladı. Yönetime Helmut Kohl geçti. Çalışma bakanı Norbert Blüm, iş ve çalışma yasalarını tümden değiştirdi. Bundan sonra iş yerleri hızla makineleşmeye, işleri robotlar yapmaya başladı. Sermaye sınıfı sürekli yeni tekolojiler üretiyor, ürettiği bu yeni teknolojilerle üretimi hem hızlandırıyor hem de kolaylaştırıyordu.
  
O yıllarda teknolojinin önü öyle bir açıldı ki, sermaye sınıfının kol güçünü kullanmaya ihtiyacı kalmadı. Bu değişim beraberinde işsizliği getirdi. İşsizlikten en fazla, yaşları bir hayli ilerlemiş ve kol gücünden başka bir sermayesi olmayan mesleksiz insanlar etkilendi. O yıllarda benim için de çok şey değişmişti. Kendi fotograf atölyemi açmıştım ve artık kendim için çalışıyordum. Artık işçilerle röportaj yapmıyor, reklam afişleri için fotograflar çekiyordum.
  
Oyuncu olma rüyasından vazgeçmiştim artık. Çünkü böylesi bir mesleği icra etmek için doğru zamanda ve doğru mekanda bulunmak gerekiyordu. Öyle anlaşılıyor ki, o yıllarda, Mainz ve Mannheim, benim bu hayalim için, doğru mekanlar değillerdi. Ancak bir kez olsun sahneye çıktım. 2003 yılında, tiyatro akademisnden tanıdığım bir arkadaşla, bir kabarede „Einmal Türke, immer Türke!“ adlı bir oyunda oynadım.

Bugün hala, Türklerin fotograflarını çekmem için teklifler almaktayım. Benim kaderim, misafir işçiler, onların çocukları ve torunlarıyla ilişkili sanki. Sadece benimki değil. Almanya’da doğan kızım, Mainz’dan Mannheim’a taşındıktan hemen sonra, iş başvurusunda bulunduğu bir kurum tarafından, göçmen kökenli olduğu için işe alındı. İşe alınma nedeni kendisine söylendiğinde, oldukça şaşırmış ve sormuş: Ne yani, Mainz’dan Mannheim’a taşındığım için mi?

Bilgi: Bu söyleşi, "Kismet vor der Kamera" adı altında Der Spiegel dergisinde yayınlanan aslından alınmış ve özeti çıkarılarak bu sütunlara aktarılmıştır!

Söyleşi: Solveig Grothe - Mehmet Ünal

Türkçeleştiren - özetleyen: Lütfullah Çetin

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası


Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası'nda yer alan metin, resim, fotograf gibi tüm içeriklerin hakları asıl sahiplerine aittir! Söz konusu bu içerikler, sahiplerinin rızası olmadan, matbu ya da dijital, başka ortamlarda kullanılamaz!

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası


www.kosektas.net|İletişim: kosektas@kosektas.com| Son Güncelleme: 18 Kasım 2025
Ömer Emmi hoş, sevimli bir komşumuzdu. Otuzlu yaşlardaydı. Siyah kadife şalvarlı, orta boylu, etine dolgun, koyu esmer olmamasına rağmen, siyahı tipli bir yapısı vardı. Evlerimizin yakın olması nedeniyle hemen hemen her gün bize gelirdi. Özellikle sabahları tandır yanarken birlikte tandır başında otururduk. Ömer Emmi hoş sohbet birisiydi ya da biz çocuklara öyle gelirdi. Çocuklarla oynamayı çok seven bir karaktere sahipti. O zamanlar küçük kardeşim Hacıba iki üç yaşlarında çok sevimli, tatlı dilli bir çocuktu. Ömer Emmi bize geldiğinde özellikle onunla oynamayı çok sever, Hacıba’nın kendine sopa (kösseği) ile vurmalarına, canı acısa bile, katlanırdı. Bazen çocuğa karşı yalandan ağlama numarası yapardı. Onu böyle ağlarken gören Hacıba da ağlamaya başlardı. Bu oyunu, çocuğu fazla üzmemek için çok uzatmaz elleriyle kapattığı yüzünü birden açar gülerdi. Bu arada tekrar sopayı yer, oyun böyle sürer giderdi. Hep oyun süresince Ömer Emmi her türlü nazımıza oynardı. Biz ona, o bize büyük bir sevgi ve saygıyla bağlanm
21.04.2025
Çocukluğumda, Deliağanın evinin bulunduğu bu küçük tepeciğin ötesine, kuzey yönündeki uçsuz bucaksız ovaya hiçbir zaman gitmemiştim. O ova bitmez tükenmez gibi gelen buğday tarlaları, Sadık Köyü’ne ve ondan daha da ilerideki göçmen köyü denilen yere, ovanın puslar içerisinde belli belirsiz görünen sınırına kadar uzanırdı. Upuzun kavak ve söğüt ağaçlarının kümelendiği bir yeşilliğin tam ortasında yükselen höyüğü bu yaşıma kadar hep merak etmişimdir.
23.03.2025
Her yerde bir kartalkayası vardır. Bizimki hepsinden sıcak ve yumuşaktır. Güneşin Kartalkayadan doğduğu zamandı. Sabahları sırtlarında bütün kitapları. Küçücük dev sanılan adımları… Okula ilk gelmenin ilklik heyecanı, coşkusu… Güneşle ısınan ve ısıtan duygu… Ana yüzüne ilk gülüşteki ananın mutluluğu. Derste nasıl bulduklarını hâlâ anlayamadığı hep birlikte öğrenme arzusu… Nerden ve nasıl oluştu. Ya da nasıl oluşturuldu. Sabahın güneşi yalarken karşı bağın zerdalilerini, ısınır derslerimizdeki kabarmış bilgi açlığı… Yeniden açmış doğa. Tüm cömertliği ile yeniden oluşur börtü böcek ve çiçekler. Toprağa karışmış, gerinir kirpi ve tosbağalar. Kıdemli toplama kampı gözcüleri yercüğürceler. Oradan buraya kayarken kuyruğunu kaybeden diyetçi kelenkesteler.
23.03.2025
Uzun geçen kış mevsiminin sonunda, hasretle beklenen bahar, köyde yüzünü gösterdi. Güneş çıktı. Üşüyen toprak biraz ısındı. Toprağın üstünde üç aydan beri bekleyen kar erimeye başladı. Kar eridikçe toprağın üstü açıldı, toprağın ıslaklığı geçti ve eriyen karın altından önce kardelenler, sonra sarı çiğdemler toprak üstüne çıktı.
14.03.2025
Köşektaş, Kapadokya dairesi içinde, Avanos’a 35, Hacıbektaş’a 20 km. uzaklıkta şirin bir köy. Henüz beş altı yaşındayım. Evimizin arkasında, bir karış tozu olan yolda, yaşıt birkaç çocuk birlikte oynuyoruz. Önce derinden, sonra gittikçe yaklaşan metalik bir gürültüye dikkat kesiliyoruz. Gürültü şiddetini artırınca korkmaya başlıyoruz. Bu sırada, benden iki yaş büyük ablam, nereden aklına geldi bilmiyorum, “Teççel meççel”, “Kaçın, teççel meççel gelmiş.” diye bağırınca, her birimiz, bir tarafa dağılıyoruz. Ben, doğru samanlığa kaçıyorum. Kalbim, küt küt vuruyor. O sırada ablam yetişiyor. Bu kez de, “Kardeşim, dünya batıyor. Önce çocukları götürecekmiş teççel meççel, sonra da büyükleri.”
04.03.2025
Kitaplar, hayatınızı zenginleştirir, yaratıcılığınızı geliştirirler! Kitaplar, iyi günlerde coşkunuzu artırır, zor günlerde size umut aşılarlar! Kitaplar, karanlık günlerde adeta bir fener görevi görürler, yolunuzu aydınlatırlar! Okumak ve yazmak, sadece başkalarıyla iletişim kurmanızın bir yolu değil, aynı zamanda kendinizi geliştirmenin de bir yoludur. Merak, ona bağlı olarak da bilgi arayışı, yalnızca yaşama dair bakış açınızı genişletmekle kalmaz, aynı zamanda, iyi zamanlarınızda coşku, zor zamanlarınızda yaşama tutunmanızı sağlar! Hayatınız boyunca okuma açlığınızı gidereceğine inandığınız kitaplardan satın alın! Çünkü kitap satın almak; size umut verir, sizi mutlu eder, enerjinizi harekete geçirir, çocuklarınıza miras bırakabileceğiniz bir kütüphane oluşturmanızı sağlar.
19.02.2025
Köşektaş Köyü benim anılarımda önemli bir yer tutar, çünkü orada yaşadığım her bir anı, ömrümü oluşturan karelerin birer parçalarıdır. Onları unutmam, yaşamımdan silip atmam söz konusu olamaz! 1968 yılında kurulan „Köşektaş Köyü Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin“ yöneticileri her ne kadar takdire şayan çalışmalar başlatmış ve yürütmüş olsalar da, yaşadıkları maddi sıkıntılar nedeniyle, ortaokul binasının inşasını başlatamamışlardı. Ortaokul binasının inşası için gerekli olan tüm hazırlıklar tamamlanmış, hatta temel atılmış, ancak bina yapımına başlanamamıştı.
17.02.2025
1930’lu ve 1940’lı yıllar Türkiye’de, eğitim ve öğretim alanında, değişim ve yeniliklere, her zamankinden daha fazla eğilinen, Köy Enstitüleri’nin inşa edildiği yıllar olarak bilinir. Tüm bu değişim ve yenilikler kapsamında, ilköğretimi tüm köylere ulaştırmak ve böylece köyleri çağcıl bir yaşama kavuşturmak amacıyla da çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmiş.
10.02.2025
Köye ortaokul yaptırma fikrinin ortaya atılmasındaki amaç, köylünün halklaşma bilincini ön plana çıkararak, köydeki eğitim süresini beş yıldan sekiz yıla çıkarmak ve böylece, yerinde verilecek eğitim ve öğretimle, Köşektaş Köyünü daha da aydınlatmaktı. Bu fikri ortaya atanlar, o yılların Nevşehir Valisi Eşref Ayhan ile Nevşehir Milli Eğitim İl Müdürü, Köy Enstitüsü mezunu Musa Eroğlu beylerdi. O yıllarda, Nevşehir ili sınırları içerisinde bulunan herhangi bir yerleşim birimine bir ortaokul binası inşa edilmesi düşünülüyordu. Bunun için en uygun yerleşim birimi, Eşref Ayhan bey için de, Musa Eroğlu bey için de, Köşektaş Köyü idi. Çünkü Köşektaş Köyü halkı, ilkokul sonrası eğitime olağanüstü ölçüde önem veriyor, bu alanda diğer yerleşim birimlerine oranla açık ara önde gidiyordu.
10.02.2025
Tartışma kaldırmaz bir gerçek: Yaşadığımız çağ, endişe, korku, kafa karışıklığı, kutuplaşma, kurum ve kuruluşlara yönelik güvensizlik çağıdır! Bilgi tarafından boğulmuş, ancak bilgelikten yoksun bir dünyada, öteleme ve ayrıştırma belirleyici duygu haline geldi. Despot ülke idarecilerinin sahte vaatleri, yarattıkları içi boş kahramanlıklar, korku ve algılar, sıradan insanları milliyetçiliğe, sorumluluk ve sorgulama bilinci olan insanları da, siyasi faillik endişesi içinde, çaresizliğe itti!
06.01.2025
 1 
Şiir Tanıtım Köşesi

Şiirler, başarılı olduklarında,
baş döndürücü bir kısalıkta,
kayıt altına alınamayan,
sınır çizilemeyen, bitmek
bilmeyen hikayeler anlatırlar. 

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

Salkım söğütler
altında koyulaşırdı sohbetler.
Politika, gaile, din; vergi, savaş, kıtlık;
gurbet, sıla, yoksulluk
ve bir de askerlik anıları
süslerdi anlatılanları.
Gocunulmazdı,
açıktı eleştiri
ve kahpe feleğe intizar vardı içinde.

Suspus olunur
çıt çıkmazdı ajans vakti.
Tefe koyulur,
safça
ve insafsızca
suçlanırdı halktan olmayan parti:
Oy vermiş,
alay edilen
birkaç tövbekâr vardı içinde.

Cepte taşınırdı kanıtlar:
Hayat Mecmuası, Akbaba;
Ferhat’tan Şirine,
Keremden Aslıya
yakılan ağıtlar
okunurdu defalarca.
Sevdiğine kavuşamayan yâr vardı içinde.

İşin en kötüsü,
pelesenk olmuştu dillerde
kalkınmasın köylü diye
kapatılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü.
Seferberlik, jandarma,
halkın belini büken
bir de tahsildar vardı içinde.

Bazen berrak bazen çamurlu
çağıldardı dereden akan sular.
Ağzından bal damlayan
Ali Emmiler, Hasan Ağalar;
Çanakkale Gazisi
birisi topal,
nur yüzlü dört ihtiyar vardı içinde.

Şair Dr. Salim ÇELEBİ

Bilgi: İlk kez 29/11/2014 tarihinde yayınlanmış bir şiirdir!