Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam178
Toplam Ziyaret742703
Refah ve Özgürlük

Yeterli beslenmeyi, barınmayı, nitelikli eğitimi imkânsız kılan, borç ve faturaları ödeyememe korkusuyla insanın aklını başından alan gelir adaletsizliği ve yoksulluğun, sağlığı, mutluluğu mahvettiğine dair araştırmaların sayısı giderek artıyor.

Yoksulluk beraberinde, artan hastalanma, sakat kalma ve erken ölüm riskini getirirken, kaliteli tedavilerden yararlanma şansını azaltıyor.

Yoksullukla birlikte eğitim düzeyi düşüyor, şiddet düzeyi yükseliyor.

Çocuklar için yoksulluğun uzun vadeli zihinsel sağlık etkileri daha da endişe verici.
Ailelerinin yoksulluk nedeniyle yaşadığı yoğun gerginlik ve travmaya maruz kalmaları, çocukların beyin gelişimini, hatta genlerini kalıcı olarak etkileyen zararlı stres hormonlarını tetikliyor.
Yalnızca fiziksel gelişimlerini değil, zekâ ve öğrenme kapasitelerini de sınırlandırıyor.
Çocuk gelişimine verdiği zarar o denli büyük ki, artık yoksulluğun erken dönem etkileri bir çocukluk hastalığı olarak tanımlanıyor.

Applied Research in Quality of Life’ dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, ekonomik ve siyasi özgürlükle mutluluk arasında güçlü bağlar var.

Araştırıcılar özgürlüğü, ‘seçme imkânı’, mutluluğu ise ‘yaşamın öznel keyfi’ olarak tanımlıyor ve şöyle diyorlar:
“Siyasi özgürlük arayışının nedenlerinden biri, özgürleşmenin daha fazla sayıda insanın mutluluğuna katkıda bulunacağı inancıdır. Bu inancın arkasındaki teori ise yaşamımızı istediğimiz biçimde yönlendirdiğimizde, daha doyurucu yaşamanın mümkün olmasıdır.”

Bu saptamalara katılmamak mümkün mü!

Mutluluk, ekonomik ve siyasi özgürlükten beslenir; sağlığımızın düzeyini belirler...

Yoksulluk yalnızca parasızlık değil, kişinin insan olarak kendi potansiyelini gerçekleştirme imkânına da sahip olmaması demektir.

Ve insanların büyük çoğunluğu, yeterli kaynaklara sahip olup özgür seçimler yapabildikleri sürece, kendi mutluluklarını tasarlama yeteneğine sahiptirler.

Dr. Şafak Nakajima

Bir İnsan - Suavi CESUR

KEMAL USTA - BİR İNSAN

SUAVİ CESUR

Kemal Usta - Bizim yaş grubumuzdan olan ve köylerde yaşayan insanlar çok iyi bilirler, eskiden sünnet yapan ustalar, yılın belirli mevsimlerinde köy köy dolaşırlar, sünnet olacak çocukları, aşağı mahalleden yukarıya doğru sünnet ederlerdi. Şimdiki gibi görkemli salon düğünleri, yemekli ev düğünleri olmazdı.

Köy düğünleri eskisi gibi olmasa da, yapılan düğünlerde geçmiş yıllara dönük bir şeyler bulmak yine de mümkün. Düğün ve sünnet denince akla ilk gelen ustalardan bir tanesi de, Kemal Ustadır şüphesiz! Engin ruhuyla, sevecen tavrıyla, güler yüzü ile tanıdığı tanımadığı tüm insanlara, ya eğilerek selam verir, ya da elini göğsünün üzerine götürerek. Onun için küçük yaşlı fark etmez, bir gönül insanıdır Kemal Usta.

Bu hafta da tırmandık Bâlâ mahallesinin taşlı yokuşunu, vardık ustaların sokağına ve çaldık kapısını Kemal Ustanın, buyur etti içeriye ama havanın güzel olması nedeni ile dışarıda oturma konusunda anlaştık. Ben kendisine geliş amacımı anlatırken, kaşla göz arası bol köpüklü kahveler geldi, tabi ki doğal olarak sohbette koyulaştı. Dinleyelim mi Kemal Ustayı?

“1934 Yılında Adananın Kozan Kazasının, Hacımirza Köyünde doğdum. ikisi Kız beş kardeşten biriyim. Benim aklım ermiyor ama babam gil 1936'da Sivas'ın Şarkışla İlçesi Alakilise köyüne göç etmişler. Alakilise 120 haneli bir köy. Ben on dokuz yaşına kadar bu köyde kaldım, köyümüzün okulu olmadığı için okula gidemedim, o yüzden okuma yazma da bilmem.

Küçük yaşlarda babamın yanıda davul zurna çalmayı, darbuka çalmayı, sünnet yapmayı öğrendim. Hacıbektaş Veli'ye olan inancımız ve bağlılığımız nedeniyle, işlerin kötü gitmesini de bahane ederek, 1953 yılında köyümüzü terk ederek Hacıbektaş'a geldik. Burada sünnet yapan, düğün çalan bir iki grubun haricinde çok fazla kişi yoktu. Biz dört - beş aile gelmiştik. İşlerimiz iyi gitti, hele köylerden çevre edinince, daha da iyi oldu.

Bazı köylerde bensiz düğün yapmayı istemezler, sağ olsunlar takdir onların, hatta başka düğünlerle anlaşırım düşüncesi ile iki - üç ay önceden kapora vererek anlaşmaya gelenler olur. Bu çevrede hemen herkesin ekmeğini yedim, hiç kimseyi de incitmedim. Düğün çalarken yedi yaşındaki çocuğun nazına oynarım. Bazı köylere düğün çalmaya gitmek istemem, çünkü insanları cahildir, yobazdır, laf anlamazdır. Yirmi dört saat hiç durmadan çalgı çalsan yaranamazsın, seni adam yerine koymazlar, hor bakarlar, dinlenmeye ihtiyacın olduğunu düşünmezler. Ne kadar acı, bu bizim sanatımız, ekmeğimiz, aşımız, her şeyimiz.

Biz bilindiği gibi sezonluk çalışan insanlarız. Yani yazın çalışır, kışın yeriz. Ev geçindirmek çok zora vardı ama idare etmeye çalışıyoruz. Çocuklarımın hepsi de yuvasını kurdu. Oğlumun birisi Banka emeklisi, birisi öğretmen emeklisi, birisi benim gibi müzisyenlik yapıyor, bir diğeri de Kültür Bakanlığı'na bağlı Hacıbektaş Semah Ekibi'nde görev yapıyor. Hepsi de sağ olsun, yetiştiremediğim zaman yardım ediyorlar.

Bu şartlarda kiracı bari değilim. 1968 senesinde ev yerlerimizi eski Bala mahallesi muhtarı rahmetli Sadığın Muharremden 750 liraya satın almıştım. 1970 yılında bir gecekondu yaparak içine girdik.

Başımdan geçen ilginç bir olayı anlatayım; Kırşehir'in Killik mahallesinde düğün çalıyoruz. Sarhoş, kendini bilmez birisi, belinden iki silah çıkardı anlıma dayadı. Ben giderken taksinin önüne oturacaksın zurna çalacaksın diye. Hiç olacak gibi değil, her iki türlü de can korkusu yaşıyorsun. Nasıl kurtulacağım diye düşünürken polis ekibi geldi, baktılar adamlar sarhoş, laf anlamıyorlar. "Bu saatte çalgı mı çalınır?" diyerek biz çalgıcıları karakola götürdüler. Sabaha kadar orada kaldık ve bir beladan kurtulmuş olduk. Daha sonra da buna benzer bir çok tehlikeler yaşadık. Ama ne yaparsın. Biz ekmek paramızı böyle kazanmak durumundayız, umarım insanlar tez zamanda bu silah kullanma alışkanlığından kurtulur!” diyerek sözlerini bağlıyor Kemal Süle Usta..

Bu güzel dileklere katılmamak mümkün değil Kemal Usta. Sağlık, mutluluk ve esenlik dolu uzun bir yaşam diliyorum.

Suavi Cesur, 22 Nisan 2006, Cumartesi/Bir İnsan.



Yorumlar - Yorum Yaz
Sosyal İzolasyon


Susan Sontag
Amerikalı deneme ve roman yazarı, insan hakları savunucusu

20. yüzyılın en etkili entelektüellerinden ve kültür eleştirmenlerinden olan Susan Sontag, sanat, kültür ve insan deneyimine dair keskin bakış açılarıyla tanınıyordu.

Belagat ve yalnızlık ilişkisine dair düşüncesi, dil anlayışının bireyin iç dünyasıyla olan bağlantısıyla alakalı olduğu yönündeydi.

Sontag, iyi konuşma, düşünceleri açık ve ikna edici bir şekilde ifade etme yeteneğinin, doğuştan gelen bir yeti olmadığına, izolasyonun bir sonucu olduğuna inanıyordu.

Toplumsal yaşamın egemen olduğu bir toplumda -ister ailelerde, ister gruplarda ya da toplumsal ortamlarda olsun- insanlar genellikle daha basit ifade biçimlerine başvuruyordu.

Sontag'a göre bir kimse ancak yalnız kaldığında ve kalabalıktan uzak olduğunda belagati geliştirebilirdi, çünkü bu izolasyon anlarında birey düşünceleriyle derinlemesine yüzleşebilir ve bunları açık bir şekilde ifade edebilirdi.

Sontag'ın dil hakkındaki fikirleri, kişisel kimlik, toplumsal yapılar ve insan durumunun kesişim noktalarını sıklıkla inceleyen daha geniş çalışmalarından şekillendi.

Birçok yazısında, fotografçılık, film ve edebiyat üzerine yazdığı çığır açıcı denemelerde olduğu gibi, izolasyonun yaratıcılık ve bireysellik üzerindeki etkisini araştırdı.

Sontag için belagat, statükoyu sorgulamaktan korkmayan gelişmiş, içe dönük bir zihnin işaretiydi. Bahsettiği "acı verici bireysellik", yalnız olmanın varoluşsal maliyetine işaret ediyordu, ancak aynı zamanda sağladığı yaratıcı özgürlüğe de.

Yalnızlık yoluyla, toplumsal beklentiler veya normlar tarafından şekillendirilmeyen, ancak bireyin kendi iç iletişiminden doğan daha otantik bir kendini ifade etme biçimi deneyimlenebilirdi.

Yalnızlık, sanat ve dil üzerine düşünceleri nesiller boyu düşünür ve sanatçıları etkilemeye devam etti.

Sontag'ın "kelimelerle düşünmenin" yalnızlıktan türemiş bir zihinsel izlenim olduğu iddiası, yaratıcılığın ve iletişimin doğasına dair önemli bir içgörü sunar.

Giderek daha fazla birbirine bağlı hale gelen, grup düşüncesinin ve kolektif deneyimlerin sıklıkla hakim olduğu bir dünyada, Sontag'ın fikirleri bize bireysel düşüncenin gücünü ve yalnızlığın dönüştürücü potansiyelini hatırlatıyor.

Çalışmaları, özellikle gürültü ve dikkat dağıtıcı uğraşlarla dolu bir dünyada, kendi seslerini duymaya çalışanlar için bugün de yankı bulmaya devam ediyor.


Kaynak: Classic Literature