Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam76
Toplam Ziyaret710432
Hippiler ve Yippiler

Yol kenarında çiçek satan genç bir Hippi kız l Oklahoma l ABD l 1973

“Hippi” kelimesi, İngilizce’de “güncel olan”, “modaya uygun” anlamına gelen “hip” kelimesinden türetilmiş. 1950'lerde San Francisco, Los Angeles ve New York gibi metropollerdeki bohem sanatçıları temsil eden, onlara ilham veren “Allen Ginsberg”, “Jack Kerouac” gibi, sıradan anlatı değerlerini, alışılmış yaşam tarzlarını reddeden, geleneklere karşı duran, özgürlükçü düşünce ve ifade tarzını benimseyen entelektüel kimseler, Hippi diye adlandırılmış. 

Hippi terimi daha sonra, büyük ölçüde, o dönem, “San Francisco Chronicle” adlı bir gazetede köşe yazarlığı yapan “Herb Caen”in, köşe yazılarında Hippilere ve yaşam tarzlarına sık yer vermesi sayesinde, 1967 yılından itibaren, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve İngiltere de dahil olmak üzere, diğer tüm ülkelere yayılmış.

Hippi hareketi kısmen, ABD'nin Vietnam Savaşı'na katılmasına ve savaş boyunca işkence, tecavüz ve toplu infaz gibi sayısı belirsiz savaş suçu işlemiş olmasına muhalefet olarak ortaya çıkmış olsa da, “Hippiler”, "Yippiler" olarak bilinen aktivist yandaşlarının aksine, siyasetle pek meşgul olmamışlar, bir küstahlık olarak gördükleri hayatı istedikleri şekilde yaşamayı tercih etmişler.

“Yippiler” (Yippies) olarak adlandırılan “Uluslararası Gençlik Partisi” (YIP), Amerikan gençliği odaklı, savaş karşıtı, radikal ve devrimci bir hareket olarak, 31 Aralık 1967'de kurulmuş. Anti otoriter bir gençlik hareketi olan Yippiler, 1968'de bir domuzu ("Ölümsüz Pigasus") Amerika Birleşik Devletleri Başkanı adayı olarak göstererek, sosyal statükoyla alay etmişler.

‘Yippie'lerin bir akıma üyeliği ya da hiyerarşisi olmamış. Hareket, 31 Aralık 1967'de, New York'taki bir apartman dairesinde yapılan bir toplantıda Abbie HoffmanJerry Rubin, Nancy Kurshan ve Paul Krassner adlı aktivistler tarafından kurulmuş. Kendi anlatımına göre Yippi ismini, Hippi isminden esinlenerek olsa gerek, Paul Krassner icat etmiş. Neden Yippi? diye soranlara; Basın 'Hippi'yi yaratır da, biz 'Yippi’yi yaratamaz mıyız?" demiş.

Bilgi: Hippiler ve Yippiler, Encyclopedia Britannica’dan edinilmiş bilgiler ışığında yazılmış bir tanımlamadır!


kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunım Sayfası

Sezai Aydoğan - Kimi Ölümler Daha Erkendir

 


Bu yazıyı çok kişisel bulabilirsiniz. ‘Bize ne senin yaşamını yitiren arkadaşından?’ diyebilirsiniz.

O zaman lütfen bu yazının devamını okumayın. Saygı duyarım ama ben, bu yazıyı yazmak ve hep gülümseyen yüzüyle anımsayacağım Sezai Aydoğan’a hediye etmek istiyorum. Bir yararı olur mu bilmem ama bu da benim kaybedilen dostun ardından dua etme biçimim işte…

Hollanda’da yaşadığım yıllarda tanıdım Sezai’yi… Kuzeyin gri ülkesinde henüz sudan çıkmış bir balık gibi dolanırken oradaki hayata katılmamı sağlayan insanların başındaydı. Hem gülen yüzüyle neşe kattı hayatıma hem de bir ağabey gibi öncülük etti arafta kaldığım anlarda…

DJ Hakan olarak Hollanda’da düzenlediğim partilerde, gazeteci sıfatıyla konuşmacı olarak katıldığım seminerlerde rehberim ve destekçim oldu. Yeri geldi, puslu Amsterdam gecelerinde diğer dostlarla beraber eğlencenin kollarına bıraktığımızda kendimizi bize katıldı; yeri geldi, ben sivri dilimle başımı belaya soktuğumda siyasi bağlantılarını kullanarak daha büyük dertlere bulaşmamı önledi.

Hollanda’da psikolog olarak görev yapıyordu her daim gülümseyen ve çevresine neşe saçan Sezai… Siyasetle de iç içeydi hep… Hollanda’daki yabancıların sorunlarına çare arayan pek çok projede baş mimar oldu, bu yöndeki çalışmalarımda hep bana destek verdi.

Onu son olarak geçen yılın Eylül ayında İstanbul’da gördüm. İki ameliyatın ardından vücudumdaki illetin yayılıp yayılmadığına dair sonuçları beklediğim günlerdi. Gerçeküstü bir dönemdeydim; dünyayı sanal bir mekan gibi algılıyordum; derin, çok derin bir boşluktaydım sanki… Başıma gelenleri duymuş, bir kaç günlüğüne geldiği İstanbul’da, bir gününü bana ayırmak istemişti.

Gözlüklerinin ardından cin gibi parıldayan gözleri, yüzünde hiç eksik olmayan muzip gülümsemesi, elinde Hollanda çikolatası ve hastalara şifa olsun diye verilen şişe şişe saf ballarıyla çıktı karşıma… ‘Nedir bu senden çektiğimiz lan; durmadan başına bela sarmayı nasıl beceriyorsun? Karşıdan seni gören de halim selim bir adam sanıyor,’ oldu ilk sözleri… Bir ağabey gibi fırçalamıştı aslında ama, bunu bile bile onu tatlı tatlı bozmak hoşuma gidecekti. Öyle de yaptım; tutamadım kendimi ve ‘Ben de seni gördüğüme sevindim’ diyerek sıkı sarıldım. ‘Ben de seni gördüğüme sevindim manyak herif’ dedi ve o da sıkı sıkı sarıldı.

Böylece bütün günü kaplayacak ve bizi son kez bir araya getirecek olan görüşmemiz başladı. Gerisi bildiğiniz gibi… Hani uzun süredir görüşmeyen eski dostlar bir araya gelirler, geçmişten konuşurlar, kah gülerler kah hüzünlenirler, ortak arkadaşların ne yaptığından, nerede olduğundan, sağlıklarının ve keyiflerinin yerinde olup olmadığından dem vururlar, laf bir ara bugüne ve gelecekten umutlarına gelir; öyle bir gün geçirdik işte…

Dün gece ‘son kez’ olduğu kesinleşen bu görüşmede yarım saatlik bir dilim vardı ki; bu hepinize aşina eski dost buluşmalarında her zaman yaşanan türden değildi. O yarım saatlik dilim, belki de bende en çok iz bırakan… ve şu an içimi acıtan…

Benim hastalık sürecim zaten belli… Görüşmenin başında konuşmuşuz. Eh, ben de görünenden farklı olarak güçlü adamım; durmuyorum üstünde hastalığımın… Yine geçmiş hatıralara, Çağatay, Funda, Gülden, Birkan gibi ortak dostlarla acı-tatlı yaşananlara dalmışız. Birden o muzip gülümseme kayboldu gözünden Sezai’nin; önündeki kahve fincanının yanında duran kaşıkla amaçsızca oynamaya başladı, gözlerini yarılanmış nescafenin içine dikti. Önemli bir açıklama gelecekti, anlamıştım; duruldum ben de ve sordum: ‘Hayrola? İyi misin?’

‘Aslında sen bu hastalığı yaşarken bunu söylemeyecektim, seni üzmek istemiyorum ama söylemek zorunda da hissediyorum kendimi… Henüz netleşmedi ama sanırım ben de kanserim.’

Başımdan kaynar sular dökülmüştü. O ana dek yanımda olduğunu göstermek için beni ziyarete geldiğini düşündüğüm bu güzel adam için, bu buluşmanın anlamının daha da derinlerde olduğunu anladım. Hem benim yanımda olmak hem de içindeki isyana bir yol vermek için karşımda oturuyordu Sezai… ‘Ben seni gayet iyi gördüm, yaptırdığın tahlillerin ve PET’in sonucunun iyi çıkacağına inanıyorum,’ dedim; ailesinde ve kendinde her daim kanserle iç içe yaşamış biri olmanın dayanıklılığıyla… Ama o emin değildi bundan… ‘Umarım,’ dedi ve ekledi: ‘Kızım Rani daha çok küçük. Onun üniversiteden mezun olduğunu, hayatını kurduğunu görmek istiyorum. Hollanda İşçi Partisi’nden milletvekilliği teklifi geldi; siyasette yapmak istediklerim var.’

Hollanda’ya döndükten sonra sonuçları sevinçle bildirdi bana… Akciğer kanseri değildi; sonuçlar temiz çıkmıştı. Ben de, ortak dostlar da rahatlamıştık.

Ta ki çok zaman geçmeden gelen kötü habere kadar… 2×2=4 değil bu illet işte… Sonraki tahlillerde kanserin sadece akciğerinde değil, pek çok yerinde olduğu ortaya çıkmıştı ve durum gerçekten kötüydü. Radyoterapiler, kemoterapiler; bildiğiniz süreçlere girdi Sezai… Ama bana da, ortak dostlara da en çok acı veren; bu gülümseyen adamın, tedavi sürecinde içine kapanması oldu. Saygı duymamıza rağmen bizden kaçması çok üzdü hepimizi… Yanında olabilseydik keşke… Her şey daha farklı olabilir miydi acaba?

Bugün memleketi Nevşehir’de toprağa verilecek Sezai… ‘Her ölüm erken ölümdür’ diyor ya şair; hayır, bazı ölümler daha erkendir bence… Bu, çok ama çok erken bir ölüm oldu. Bu kadar hayalleri olan, her daim gülümsemesiyle hatırlanan bir insan, bu kadar erken ayrılmamalıydı aramızdan…

Soruyorum kendime, ‘Son zamanlarda çevremde genç yaşta yaşamını yitiren insanların hepsi iyi insanlar… Başkalarını da kendileri kadar düşünen, dünyaya ve insanlığa dair iyi hedefleri olan insanlar… Dünya kötüleştikçe iyi insanların yaşaması zorlaşıyor mu acaba?’ diye…

Gerçekten çok ta iyi olmamalı mı acaba insan? İyilik, zayıflık mı acaba içinde bulunduğumuz çağda?

METROSFER var oldukça (ki, dediğin gibi ben başımı gene belaya sokmadıkça var olacaktır!’) bu yazı senin anına bu gazetede baş köşede duracak Sezai Aydoğan…

Gülümseyen gözlerinden öpüyorum.


Araştırma

Facebook insanı
dar görüşlü yapıyor!
Hüseyin Seyfi

Teknoloji iletişim alanında geliştikçe sosyal ağlar da çoğalıyor. Sosyal ağlar geleneksel düşünme biçimlerini yıkıyor. Gizli ve mahrem kalması özel bilgiler açığa çıkıyor. Olaylar karşısında insanların gösterdikleri tepkiler değişiyor, özellikle gençlerin olaylara karşı gösterdikleri merhamet, acıma, heyecan gibi duygular sosyal ağlar sayesinde alışılmışın dışına çıkıyor. Onları daha bencil kılıyor.

Dijital ortamda insanların olayları kavrayış ve algılayışları farklı.  

Facebook bunlardan biri. Facebook'a günde bir milyardan fazla giriş yapılıyor.

Facebook'un insan üzerindeki etkilerini ortaya koymak bakımından gelişmiş ülkelerde birçok araştırma yapılıyor. Bu araştırma sonuçlarından anlaşıldığına göre, özellikle çocuklar ve gençler üzerinde olumlu olumsuz etkileri, kullanıldığı süreye, kullanım amacına bağlı olarak değişiyor. Uzun süreli kullanımların olumsuz etkilere yol açtığı biliniyor. Video oyunlar ve internet benzeri teknolojileri fazla kullanan çocukların fazla uyuma, obezite, karın ağrıları sorunlarına ek olarak beyin ve sinirsel gelişimi etkilediği ileri sürülüyor. Facebook'ta çok kalan çocuğun eğitim durumu olumsuz etkileniyor. Facebook'ta fazla ilgili insanda narsist davranışlar gözleniyor.

Başka bir araştırmanın  yaşlı ve orta yaş grubu insanların,  geçlerden daha mutlu olduğunu ortaya koyması da benzer sonuca varıyor. Facebook veya Instagram benzeri ağlar insanlarda yalnızlık duygusunu körüklüyor, sanal ortamda kendinde olmayanı başkalarının varlığı ile kıyaslayarak mutsuz oluyor. [Amy Molloy, The Telegraph]

Facebook insanı dar görüşlü yapıyor;

7. Ocak. 2016 tarihli, The Telegraph com' da Victoria Ward imzası ile yayınlanan bir yazıda verilen bir araştırmada, Facebook kullanıcıları kendi inanç ve fikirlerini başkaları ile paylaşarak doğrulayıp pekiştiriyor. İnsan, kendi inanç ve düşüncelerine uyanları arayıp bulmaya meyilli olduğundan, önyargılı, tartışmasız ve tekrar eden dönüşümler içinde kalıyor. The Proceedings National Academy of Sciences 2010- 2014 arası sosyal ağlarla ilgili insanlarla yapılan görüşmeden kullanıcılar, kendi ilgi alanlarında kutuplaşmaları ve ayrımcılığı besleyen,  pekiştiren topluluklarla bir araya gelme ve toplanma eğilimindeler. Çoğunlukla ön yargılı, asılsız, doğruluğu kanıtlanmamış söylentiler, şüpheye ve paronaya kışkırtıcılığına yol açıyor. Bilimsel içeriği olmayan bölük pörçük bilgiler, haberler, hızla sosyal paylaşımcılar arasında yayılıyor ve çoğunlukla kabul ediliyor.

Sosyal ağ kullanımı ve amacı yaşa, çevreye, eğitime ve kültüre bağlı. Suistimallere- kötüye kullanımlara açık bir alan. Doğru kullanıldığında yararları çok.

Internet ağları ceplere kadar girdi. Ülkemizde sosyal ağların kullanımın yaygınlığını belirtmeye bile gerek yok. Bu yüzden konu ile ilgili bilimsel araştırmaların yapılarak kamuoyunun bilinçlendirilmesi zorunlu bir ihtiyaç haline gelmiş durumda.

[Victoria Ward,
The Telegraph
]

Hüseyin Seyfi