Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam187
Toplam Ziyaret742712
Refah ve Özgürlük

Yeterli beslenmeyi, barınmayı, nitelikli eğitimi imkânsız kılan, borç ve faturaları ödeyememe korkusuyla insanın aklını başından alan gelir adaletsizliği ve yoksulluğun, sağlığı, mutluluğu mahvettiğine dair araştırmaların sayısı giderek artıyor.

Yoksulluk beraberinde, artan hastalanma, sakat kalma ve erken ölüm riskini getirirken, kaliteli tedavilerden yararlanma şansını azaltıyor.

Yoksullukla birlikte eğitim düzeyi düşüyor, şiddet düzeyi yükseliyor.

Çocuklar için yoksulluğun uzun vadeli zihinsel sağlık etkileri daha da endişe verici.
Ailelerinin yoksulluk nedeniyle yaşadığı yoğun gerginlik ve travmaya maruz kalmaları, çocukların beyin gelişimini, hatta genlerini kalıcı olarak etkileyen zararlı stres hormonlarını tetikliyor.
Yalnızca fiziksel gelişimlerini değil, zekâ ve öğrenme kapasitelerini de sınırlandırıyor.
Çocuk gelişimine verdiği zarar o denli büyük ki, artık yoksulluğun erken dönem etkileri bir çocukluk hastalığı olarak tanımlanıyor.

Applied Research in Quality of Life’ dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, ekonomik ve siyasi özgürlükle mutluluk arasında güçlü bağlar var.

Araştırıcılar özgürlüğü, ‘seçme imkânı’, mutluluğu ise ‘yaşamın öznel keyfi’ olarak tanımlıyor ve şöyle diyorlar:
“Siyasi özgürlük arayışının nedenlerinden biri, özgürleşmenin daha fazla sayıda insanın mutluluğuna katkıda bulunacağı inancıdır. Bu inancın arkasındaki teori ise yaşamımızı istediğimiz biçimde yönlendirdiğimizde, daha doyurucu yaşamanın mümkün olmasıdır.”

Bu saptamalara katılmamak mümkün mü!

Mutluluk, ekonomik ve siyasi özgürlükten beslenir; sağlığımızın düzeyini belirler...

Yoksulluk yalnızca parasızlık değil, kişinin insan olarak kendi potansiyelini gerçekleştirme imkânına da sahip olmaması demektir.

Ve insanların büyük çoğunluğu, yeterli kaynaklara sahip olup özgür seçimler yapabildikleri sürece, kendi mutluluklarını tasarlama yeteneğine sahiptirler.

Dr. Şafak Nakajima

Gaz Lambası - İbrahim Çöl



Ahmetli'de Akşam • Adnan Yalım • 2012 - Tuval Üzerine Yağlı Boya: 89x116

Serginin sonuna daha kaç gün var
Nasıl beklerim ben o güne kadar
'Ahmetli’de Akşam'ı alacağım
Evimde baş köşeye asacağım!
…...................................................

GAZ LAMBASI

Bir zamanların vazgeçilmez aydınlatma araçlarını konu edinen bu seçkin yazısını bizimle paylaşarak, unutulmaya yüz tutmuş kimi anı ve hatıralarımızı yeniden canlandıran, sayfamızın içeriğini zenginleştiren, sayfamızdaki renk ve fark çeşitliliğini artıran öğretmen İbrahim Çöl'e çok teşekkür ediyoruz!
kosektas.net

İBRAHİM ÇÖL
 
      

Çıra

 Gaz Lambası

 Lüks

Kağıthane Kaymakamı Sayın Ahmet NARİNOĞLU: "Tesadüfen, elektrik kesintisi sonrası getirilen mum ışığında, yıllar sonra yazmaya başladım."

Birden mum ışığında çocukluk yıllarımda yazdıklarımızı sildiğimiz defterli günlere döndüm. Ufacık kalmış, adeta avuca sığmayan, kurşun kalemle, sert mi sert silgi arasında silinen yazılar… Defterin üzerine yansıyan mum ışığında kalemi ve kocaman gölgesini hatırladım. Mum ışığının asaletini şimdi yeniden keşfediyorum. Sönecek diye korktuğumuz, aslında karanlığın korkusuyla yanan mum diline nefesimizi dahi veremediğimiz, uzaklıkta yazarken küçücük dünyamızda nelerin peşindeydik. Şimdi hatırlayamıyorum ama mum ışığına bakınca gözlerimizi koca bir ışığın aldığını, yazıya tekrar bakınca bulanık yazıları gün gibi hatırlıyorum.’ Diyor bir yazısında.

Mumu hiç hatırlamıyorum. Bizde mi yoktu, yörede mi kullanılmazdı, bilmiyorum.

Yazıyı okuyunca gaz lambasını hatırladım. Hani şu zarif, narin boynu, lale endamlı isli şey. Altında ince belli gaz haznesi. Haznede gaza batarak yanan ham pamuktan fitili. Fitilin içinden geçtiği tırtıklı yuvarlak ışık şiddeti ayarlama mekanizması takılı bombeli sarı tenekeden mamul beki. Yukarıdan gelsin diye ışık hep baş tacı, ince tellerle asılır duvarlara direklere.  Aydınlığı artırsın diye ince bele sıkıca dolanmış tellere tutturulmuş yuvarlak ayna. Yarım yamalak, ala karanlık loş ışık saçar. Asılı bulunduğu kısmın alt tarafını aydınlatmazdı.

Köy odalarında, muhtarlıklarda yapılan sohbetlerde lambanın altındaki oturup konuşanı ve sesini tanımıyorsanız kim olduğunu tanımak için ya onu pür dikkat dinler ya da tanımaya çalışırken bütün konuşulanları anlamaz kaçırırdınız. Bu bölümde kalan her ne ise karanlık gölgede kalmış hemen hemen seçilmeyen tanınmayan şeyler gibi dururdu. Fark edilmezdi konuşanın kızaran yüzü mimikleri jestleri.

Yakılma süresince gittikçe islenen cam fanusu karanlığı biteviye artırır koyulaştırır. Havalandırma az olursa, ortamı bir yarım yanmış gaz kokusu sarardı sinsi sinsi usulca. Saman damlara yakın olur, yangın çıkar yanar ev ocak. Kaç ev ocak söndü bilinmez.

Her gün temizlenirdi itina ile kapı önlerinde. Yazları yorgun argın tarladan bahçeden gelene iş. Bir taftan sokulup öbür uçtan çekilir usul usul mendil veya bezi. Kışın içine doldurulan kar taneleri ile arındırılırdı isinden. Ardından tüy bırakmayan bez antrenmanları yapılırdı nazik narin usulce.

Yaramazlık mı yoksa bilgi eksikliği mi fanusun üzerinden bakmaya çalışınca yanan saçlarımız kirpiklerimiz tenimiz. Bazen de dalgın öğrenmeye çalışırken kerrat cetvelini, yazarken yüze kadar, çok yaktım saçlarımı. Boğazımıza kaçan yarım yanmış gaz ve kokusu. Kış günleri hapisliğinde salon oyunları oynarken köşe bucak çarpmasın değmesin diye balonumuz naylon topumuz, pür dikkat kesilmişken kıracağımız belli bilinen korkular sinmişti içimize. Yinede oynamaktan durmazdık oyunlarımızı kaçamak kaçamak. Hatırlamam kaç kez kırdığımızı kardeşlerimizle. Bazen düşürürken çarpan balonumuz naylon topumuz korkmadan çekinmeden kesilmesine elimizin, yakalamaya kırılmasını önlemeye çalışırdık son ümit. Kırıldıktan sonra sessiz suçluluk. Masumiyet firarı karlar üstüne. Kendi kırılmıştır kandırmacasına yatış, ben görmedim bilmiyorum iddiası oluşturma yapmacık yalancı davranışları.

Bazen ısladığım elimin suyunu silkerek çatlattım lamba camını. Bilmezdim ısı farkının camı kırdığını.

En çok akşamüzeri kırılıp çatlayınca camı muhtaç olunur kara teneke gaz çırasına islimi isli.

Gölge oyunları oynardık duvara karşı. Düşen gölgelerimizi dev sanırdık güçlü kuvvetli. Ellerimizi parmaklarımızı şekilden şekle sokarak, oynatarak duvarda yarışırdık birbirimizle.     

Kaza pazarlarından gelen insanlar iple boğazlarına asarlardı bu kıymetli şeyi ilkokul öğrencilerinin silgi kalem asmaları gibi.

Şimdi cisme harekete duyarlı aydınlatma araçları. Dokunmadan zahmetsizce karşılar gibi yanar söner, yanar söner biteviye. Düşünüyorum da nereden geldik nereye.

Öğrenirken odaklanmayı öğrenmeyi kolaylaştırmış mı ne. Şimdi zor öğreniyor az biliyoruz, bunca imkâna rağmen.

İbrahim ÇÖL

11.02.2010




Yorumlar - Yorum Yaz
Sosyal İzolasyon


Susan Sontag
Amerikalı deneme ve roman yazarı, insan hakları savunucusu

20. yüzyılın en etkili entelektüellerinden ve kültür eleştirmenlerinden olan Susan Sontag, sanat, kültür ve insan deneyimine dair keskin bakış açılarıyla tanınıyordu.

Belagat ve yalnızlık ilişkisine dair düşüncesi, dil anlayışının bireyin iç dünyasıyla olan bağlantısıyla alakalı olduğu yönündeydi.

Sontag, iyi konuşma, düşünceleri açık ve ikna edici bir şekilde ifade etme yeteneğinin, doğuştan gelen bir yeti olmadığına, izolasyonun bir sonucu olduğuna inanıyordu.

Toplumsal yaşamın egemen olduğu bir toplumda -ister ailelerde, ister gruplarda ya da toplumsal ortamlarda olsun- insanlar genellikle daha basit ifade biçimlerine başvuruyordu.

Sontag'a göre bir kimse ancak yalnız kaldığında ve kalabalıktan uzak olduğunda belagati geliştirebilirdi, çünkü bu izolasyon anlarında birey düşünceleriyle derinlemesine yüzleşebilir ve bunları açık bir şekilde ifade edebilirdi.

Sontag'ın dil hakkındaki fikirleri, kişisel kimlik, toplumsal yapılar ve insan durumunun kesişim noktalarını sıklıkla inceleyen daha geniş çalışmalarından şekillendi.

Birçok yazısında, fotografçılık, film ve edebiyat üzerine yazdığı çığır açıcı denemelerde olduğu gibi, izolasyonun yaratıcılık ve bireysellik üzerindeki etkisini araştırdı.

Sontag için belagat, statükoyu sorgulamaktan korkmayan gelişmiş, içe dönük bir zihnin işaretiydi. Bahsettiği "acı verici bireysellik", yalnız olmanın varoluşsal maliyetine işaret ediyordu, ancak aynı zamanda sağladığı yaratıcı özgürlüğe de.

Yalnızlık yoluyla, toplumsal beklentiler veya normlar tarafından şekillendirilmeyen, ancak bireyin kendi iç iletişiminden doğan daha otantik bir kendini ifade etme biçimi deneyimlenebilirdi.

Yalnızlık, sanat ve dil üzerine düşünceleri nesiller boyu düşünür ve sanatçıları etkilemeye devam etti.

Sontag'ın "kelimelerle düşünmenin" yalnızlıktan türemiş bir zihinsel izlenim olduğu iddiası, yaratıcılığın ve iletişimin doğasına dair önemli bir içgörü sunar.

Giderek daha fazla birbirine bağlı hale gelen, grup düşüncesinin ve kolektif deneyimlerin sıklıkla hakim olduğu bir dünyada, Sontag'ın fikirleri bize bireysel düşüncenin gücünü ve yalnızlığın dönüştürücü potansiyelini hatırlatıyor.

Çalışmaları, özellikle gürültü ve dikkat dağıtıcı uğraşlarla dolu bir dünyada, kendi seslerini duymaya çalışanlar için bugün de yankı bulmaya devam ediyor.


Kaynak: Classic Literature