Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam107
Toplam Ziyaret709651
Hippiler ve Yippiler

Yol kenarında çiçek satan genç bir Hippi kız l Oklahoma l ABD l 1973

“Hippi” kelimesi, İngilizce’de “güncel olan”, “modaya uygun” anlamına gelen “hip” kelimesinden türetilmiş. 1950'lerde San Francisco, Los Angeles ve New York gibi metropollerdeki bohem sanatçıları temsil eden, onlara ilham veren “Allen Ginsberg”, “Jack Kerouac” gibi, sıradan anlatı değerlerini, alışılmış yaşam tarzlarını reddeden, geleneklere karşı duran, özgürlükçü düşünce ve ifade tarzını benimseyen entelektüel kimseler, Hippi diye adlandırılmış. 

Hippi terimi daha sonra, büyük ölçüde, o dönem, “San Francisco Chronicle” adlı bir gazetede köşe yazarlığı yapan “Herb Caen”in, köşe yazılarında Hippilere ve yaşam tarzlarına sık yer vermesi sayesinde, 1967 yılından itibaren, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve İngiltere de dahil olmak üzere, diğer tüm ülkelere yayılmış.

Hippi hareketi kısmen, ABD'nin Vietnam Savaşı'na katılmasına ve savaş boyunca işkence, tecavüz ve toplu infaz gibi sayısı belirsiz savaş suçu işlemiş olmasına muhalefet olarak ortaya çıkmış olsa da, “Hippiler”, "Yippiler" olarak bilinen aktivist yandaşlarının aksine, siyasetle pek meşgul olmamışlar, bir küstahlık olarak gördükleri hayatı istedikleri şekilde yaşamayı tercih etmişler.

“Yippiler” (Yippies) olarak adlandırılan “Uluslararası Gençlik Partisi” (YIP), Amerikan gençliği odaklı, savaş karşıtı, radikal ve devrimci bir hareket olarak, 31 Aralık 1967'de kurulmuş. Anti otoriter bir gençlik hareketi olan Yippiler, 1968'de bir domuzu ("Ölümsüz Pigasus") Amerika Birleşik Devletleri Başkanı adayı olarak göstererek, sosyal statükoyla alay etmişler.

‘Yippie'lerin bir akıma üyeliği ya da hiyerarşisi olmamış. Hareket, 31 Aralık 1967'de, New York'taki bir apartman dairesinde yapılan bir toplantıda Abbie HoffmanJerry Rubin, Nancy Kurshan ve Paul Krassner adlı aktivistler tarafından kurulmuş. Kendi anlatımına göre Yippi ismini, Hippi isminden esinlenerek olsa gerek, Paul Krassner icat etmiş. Neden Yippi? diye soranlara; Basın 'Hippi'yi yaratır da, biz 'Yippi’yi yaratamaz mıyız?" demiş.

Bilgi: Hippiler ve Yippiler, Encyclopedia Britannica’dan edinilmiş bilgiler ışığında yazılmış bir tanımlamadır!


kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunım Sayfası

Atam - Süleyman Çelebi

Portre
Musa Kâzım Yalım
   Yazan: Süleyman Çelebi. 1940’lı yıllar.
Deleyen ve ileten: Musa Kâzım Yalım.

Sana ve ruhuna selâm ey Atam!

Ölü diriltmeye sebep sen oldun.

Matem perdesini eliyle yırtan,

Cumhuriyeti kuran Atam sen oldun. 

 

Harbi umumide Türkler ölmüştü,

İtilaf devletler bizi bölmüştü,

Avrupa devletleri bize gülmüştü,

İlk önce haykıran Atam sen oldun. 

 

Adana gitmişti, İzmir’le Konya,

Türkler mahvolmuştu okunmaz künye,

Türkler’e zindandı şu koca dünya,

Zindan aydınlatan Atam sen oldun. 

 

Baykuşlara yuva olmuştu vatan,

İdareden acizdi o, hain sultan,

Kirli tırnakları vatandan atan,

Türk’ün feryadını duyan Atam sen oldun. 

 

Vatan köşesinden haykırdın hemen,

Dünyayı kapladı müthiş bir duman,

Başına toplandı Türkler o zaman,

Hasta canlandıran Atam sen oldun.  

 

Sultanlığı yıktın, Türklüğü kurtardın,

Kahraman şanınla dünyayı sardın,

Türk’e olan zulmü gözünle gördün,

Türk’e ilk nur saçan Atam sen oldun. 

 

Türkler ölmüştü çıkmıyor nefes,

Haykıran dünyaya kuvvetle bir ses,

Avrupa milletleri eyledi pes,

İlk sözü dinleten Atam sen oldun. 

 

Meydana çıkardın gizli sırları,

Başımızdan attın bakan körleri,

Türk’ün başına koydun cesur erleri,

Türk’ü canlandıran Atam sen oldun. 

 

Türkler bütün asır şerefli, şanlı,

Vicdanı temizdir, gözleri kanlı,

Türkler hasta değil, kuvvetli canlı,

Hastaya can veren Atam sen oldun. 

 

İsmet İnönü’nün yüksek kalemi,

Lozan’da silindi Türk’ün elemi,

Türkler esir değil, size köle mi?

Bu sözleri diyen Atam sen oldun. 

 

Tarihte yükseldi yiğitlik şanın,

Albayrak şahittir, şereftir kanın,

Sen varsın daima, ölmedi canım,

Türk’ün ilk gözyaşı Atam sen oldun. 

 

Yirmi sene bize kanatlar açtın,

Her türlü neşeli nurları saçtın,

Daha biz çocuktuk yuvadan uçtuk,

Türk’ü öksüz koyan Atam sen oldun. 

 

Fakat, Türk çocuğu şahin yavrusu,

Senden ilham aldı, Türk karısı,

Tarihe sığmıyor, Türk’ün Ulusu,

Tarihi dolduran Atam sen oldun. 

 

Naaş’ın yok olduysa, adın vardır,

İsmet İnönü de Türklere yardır,

Ruhun üstümüzde daima vardır,

Türk’ün ilk göyzaşı Atam sen oldun. 

 

Rahat uyu ey Türk genci,

Planınla yürür İsmet İnönü,

Dünyaya şan saldı Türklüğün sana,

Türk’e şan saçan Atam sen oldun. 

 

Gerçekti nizamın, doğruydu yolun,

Şu fani dünyanın ahiri ölüm,

Hüdanın yanında, hikmetin salim,

Ulu Atam’ı Allah rahmet eylesin. 

 

Gözlerimiz ağlar, kalbimiz ağlar,

Tarihimiz ağlar, ülkemiz ağlar,

Gelecek asırda doğanlar ağlar,

Türk’e matem saçan Atam sen oldun. 


Yazan: Süleyman Çelebi. 1940’lı yıllar.

Deleyen ve ileten: Musa Kâzım Yalım.


 

 
Yorumlar - Yorum Yaz
Köşektaş Hikayeleri
 
Köşektaş'ta altına bakmadık
taş bırakmadık!

Celalettin Ölgün

Tahavit

Kızılağıllı babası seferberlikte şehit olduğundan iki yaşında yetim kalmış. Anası, “Kardeşlerimin yanında büyütürüm!” diyerek, babaocağına, Köşektaş’a getirmiş. Orada büyütüp evlendirmiş. "Çocukluğunun çok sıkıntılı geçtiğini, yetimliğin, garipliğin, kimsesizliğin ne demek olduğunu benden daha iyi bilen çok azdır!", diye anlatırdı.

Gençlik yıllarında, o yıllarda kendini yeniden göstermeye  başlayan, tarikatçılığa heveslenmiş. Nevşehir ve çevresinde "Kadiri Tarikatı" öğretisini yaymaya çalışan Sulusaraylı Hüsamettin Hocaya bağlanmış ve bu yüzden de, o yıllarda köyün bağlı olduğu Topaklı nahiyesi Jandarma karakolunda, diğer yandaşları Hurşit, Kadirin Ali, Mehmet Şeref, Musa Şernaz, Mulla Şeref ve daha birçokları ile çok işkence görmüştü. Hepsi de o yıllarda; aşırı, hem de gösterişli bir biçimde ibadet etmişlerdir. Ömrünün son yıllarında, gerek hastalığından, gerek yaşlılığından dolayı, gerektiği gibi namaz kılamamaktaydı. Namazanı neden daha dikkatli ve düzenli kılmadığını soranlara; “Biz tarikatçılığımızın ilk yıllarında namazın demini aldırdık, kuzum!” diye, kendince savunma yapardı.

Sessiz, kendi halinde birisiydi. Yanık sesiyle kasideler söyler, Ramazan aylarında, camide, orucu karşılama ve uğurlama ilahileri okurdu.

1928 – 1936 yılları; etkisini en fazla Orta Anadolu’da gösterdiği söylenen, kıtlık yılları olarak bilinir. Üç – beş yıl süren kuraklıktan ot bile bitmemiş. Ekilen ekin bitmediği gibi, köylünün elindeki hayvanlar, yayılacak ot bulunamadıklarından, birer ikişer telef olmuş, ölüp gitmişler. Ege Bölgesi’nde durum farklı olmalı ki; eli iş tutanların çoğu İzmir, Aydın, Balıkesir gibi kentlere çalışmak için giderek, evlerini geçindirmeye çalışmışlar.

Birçok Köşektaşlı gibi, Tahavit’te, İzmir’e çalışmaya gitmiş. İş bulmuş, bulamamış, ama daha çok boş kalmış. Çalışmaya giden tüm gurbetçiler gibi, bitin, pirenin ve her türlü mikrobun kol gezdiği hanlarda sırtına sarıp götürdüğü yorgana sarılır yatarmış. Doyurucu bir iş yok ki, yeterli yesin, iyi beslensin. Böylesi bir ortamda yaşarken ıslanmaktan mı, yetersiz beslenmeden mi, yoksa başka bir nedenden mi, hastalanmış, öksürmekten çiğeri yırtılma noktasına gelmiş. Ateş, kusmalar, halsizlik. Bakıma ve tedaviye ihtiyacı var ama, kim bakacak, hangi parayla kim tedavi ettirecek? İzmir’e birlikte gittiiği Köşektaşlı yol arkadaşları kendi ekmeklerini kazanma çabası içindedirler. Biraz da babası Kızılağıllı olduğundan yabancı gibidir. Köhne bir han köşesinde çekilmez bir hale gelen hastalığı, yalnızlığı ile baş başa kalmıştır. Hana yatmaya gelenlerin acıyıp verdiği yiyeceklerle yaşamaya çalışmaktadır. Köyüne dönecek ne gücü, ne parası vardır.

Handa üç aydan fazla kaldığından hancı da bıkmıştır ama hiç uğramayan, arayıp sormayan köylüleri kadar da acımasız değildir. Hancı ile han sakinleri öldü ölecek diye beklerlerken, Belbaraklı Cansızın Veli gelmiş, durumunu görmüş, acıyarak ilgilenmiş. Trenle köyüne dönerken, Tahavit İbrahim’i de yanına alarak evine kadar getirmiş.

Tahavit, İzmir’de kaptığı hastalığı, hiç iş göremez bir şekilde, beş - altı yıl boyunca çekmiş, ancak altı yıl sonra askere gidebilmiş. Aynı hastalıktan kaynaklanan rahatsızlıkları ise bir ömür boyu taşımıştır.

Cansız’ın Veli, Köşektaş’a her gelişinde uğrar, “Daha ölmedin mi?” diye takılırdı.

Tahavitle karısı Gafer, her nedense, tarlada ekin biçerken, kavga etmişler. Kavga, sözlü atışma, bağrışmalarla bir müddet sürmüş. Tahavit, yerden bir taş alıp karısına doğru fırlatmış. Sonra bakmış, taş kötü gidiyor, bir tehlike yaratacak gibi. Arkasından bağırmış, “Kaç, kaç taş geliyor!”

Hile-i Şer'iye: Türkçe tanımı; şeriata hile karıştırmak olmalı. Halkımız, katı ya da uygulamada zorlandığı dinsel kuralları yumuşatmayı her zaman bilmiştir.

Erlikte çalınan dıbıdık duyulmamış olmalı ki, vaktinde kalkılamamış. Tan yeri attı atacak, ortalık hafiften ağırıyor. İmsak vaktinin sonu; ak ve kara iplik ayırt edilinceye dek olduğundan, Tahavitler, acelece kalkıp, pencerenin perdesini kapatmış, sırtlarını pencereye dönerek, erlik yemeğini tezce yemişler. Pencereden sızan  aydınlık görülüp de oruç mu sakatlanacak?
Tahavit: İbrahim Ölgün. Ölümü: 1986.
Hurşit: Hurşit Cesur
Cansızın Veli: Veli Cansız, Belbaraklı. Ölümü: 1970.
Gafer: Sultan Ölgün. Ölümü: 1994.
Erlik: Sahur.
Dıbıdık: Sahurda davul yerine çalınan teneke.
 
Bilgi: İlk kez 8 Nisan 2004 tarihinde yayınlanmış bir yazıdır.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası