Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam41
Toplam Ziyaret747434
Köşektaş Hikayeleri
 
 
Boynu Kravatlı
Celalettin Ölgün

Kimi öyküler çok sık okunduğunda ya da dinlendiğinde,
insanda bir bıkkınlık yaratır; kimi öyküler ise
şiddetli etkiler, derin izler bırakır!
kosektas.net

Kimi yerde “aptal” deseler de, kendileri biz aptal değil, “abdalız!” derler. Aslında kendi tanımları doğrudur. Çalgıcılık yaparak geçimlerini sağlarlar, kalender insanlardır. Çalgıdan geldikleri günü dolu dolu yaşarlar, eğlenirler, diğer günler ise yarı aç yarı tokturlar. Kendi aralarında ara sıra kavga etseler de, başkalarına zararları olmaz. Her kentte, onların toplu yaşadıkları mahalleler, semtler vardır.

1950’li yıllara değin kayıtsız, yurtsuz yaşarlarken, devlet, Hacıbektaş abdallarını asimile yoluyla eritmeyi düşünmüş olmalı ki, her köye üç aile yerleştirilmesini zorunlu kılmış. Anlatılanlara göre: Son yıllara değin zurnacı Külebi usta, düğünlerde davul oynatan Ferzi usta, Hallik usta, Köşektaş nüfusuna kayıtlılarmış. Sonradan hepsi de Hacıbektaş’a ya da Kırşehir’e yerleşmişler.

Hangi köyün nüfusuna kayıtlı olduğu bilinmeyen zurnacı Kemal usta da Köşektaşlı sayılır. Köyde olsun, dışarıda yaşasın, tüm Köşektaşlıları bilir. Köyün tamamına yakınının düğünlerinde o ve ekibi çalgıcılık yapmış, çocukların tümünü o sünnet yapmıştır. Sağlamcıdır; yeni doğan erkek çocuklar, nüfus kayıtları yaptırıldıktan sonra, onun defterine de kaydedilir. Zaman, zaman oğlan babasına: “Ne oldu, güççük ağa büyüyor mu?” diye, sünneti anımsatır.

Kız bitirme, nişan gibi merasimlerden haberi olur, oğlan tarafını her görüşünde, düğün zamanını sorar. Kısaca işinin takipçisidir. Kemal usta, doğruluğunun, cana yakınlığının yanında, aydın bir insandır. Çocuklarına sadece kendi işini yaptırmamış, hepsini okutmuştur da. Oğullarından öğretmen, banka memuru olanlar vardır.


 Fotograf: Suavi Cesur

Kemal ustanın öğretmen oğlu lisede okurken, kendi gibi şakacı olan anası, oğluna her gün takılıyormuş; “Şuna bak, şuna, okula gidiyor! Yarın, Neşet gibi saz çalan adam olacak değil ya, boynu gravatlı eşşek olur!" “Şuna bak, şuna, boz davulu duvara asıp da, utanmadan okula gidiyor.” Kadın, öbür oğlanı da zaman zaman sıkıştırırmış: "Şu sazı iyi öğren, çal, Neşet gibi adam ol! Öğrenmezsen, seni okula gönderir, okutur, öğretmen yapar, köy, köy süründürürüm!"

Diğer kimi yargıları yanlış olsa da, doğruluk payı olan yargıları da var.

Bilgi: İlk kez 21 Mart 2005 tarihinde yayınlanmış bir öyküdür.

Kemal Usta: Kemal Süle, 1934 yılı, Adana/Kozan, Hacımirza köyü doğumludur. 1936 yılında babasıyla birlikte Sivas'ın Şarkışla ilçesi, Alakilise köyüne, oradan da, 1953 yılında, Hacıbektaş'a göç etmiştir. (Bilgi: Suavi Cesur).

Kız Bitirme: Söz kesme.

Kapadokya - Köşektaşlı resim öğretmeni Yalçın Yalım tarafından çizilmiş bir resim.


ABDURRAHMAN KOCA

 2006 Kültür ve Dayanışma Şenliği'nde çekilmiş bir fotograf.
8 Şubat 2009 Pazar günü ebediyete intikal etmiş olan köyümüz sakinlerinden Abdurrahman Koca'yı bir kez daha saygıyla anıyor; aşağıya aktardığımız yazı ile fotografı sitemize ileten öğretmen Celalettin Ölgün ile öğretmen
Ahmet Çelik'e çok teşekkür ediyoruz!
kosektas.net

CELALETTİN ÖLGÜN


2 Şubat 2014, Pazar

Tarihe meraklı olanlar anlatacaklarımı bilir. İlkçağ uygarlıklarından LİDYA, çağının en varsıl devletiydi. Bu varsıllığının nedeni bölgede bulunan altın madenleriydi. Madenlerin M.Ö. 7. yüzyılın başından beri Sardes'te işletilmeye başlanması Lidyalıları zenginleştirmiş ve güçlendirmişti. Lidya'nın Anadolu'daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomik alanda olmuştu. Onlar altın sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdi. Bu varsıllığın ünü dünyaya o denli yayılmıştı ki ona sahip olmak isteyen pek çok kral çıkmış, pek çok hükümdar bu altınları, paraları düşlerinde görmeye başlamıştı.

Lidya kıralı Krezüs (Kroisos M.Ö. 575-546) başkent SART (ya da SARDES)’ da ihtişam içinde yaşarken çağın gezgin filozoflarından SOLON’un yolu bir gün Sart’a düşmüştü. Kral Solon’u onu huzuruna çağırtıp:

- “Ey Solon, sen çok gezen, çok bilen, iyi düşünen birisin. Gezdiğin gördüğün yerlerde mutlu yaşayıp, mutlu ölen kimler vardır?” diye sorar. Solon, biraz düşündükten sonra:

- “Atina da bir keçi çobanı vardı. Herkese iyilik yapar, herkes onu çok severdi. Öldüğünde herkes çok üzüldü, arkasından ağladı. Bence mutlu yaşadı, çevresini mutlu etti, mutlu olarak öldü.”

Krezüs, Solon’un bir keçi çobanının mutlu olarak yaşayıp mutlu olarak ölmesini örnek göstermesine çok kızmış. Nasıl olur bir kral, bir prens, bir vali ya da komutan değil de bir keçi çobanı mutlu yaşar, mutlu ölür ve halk arkasından üzülür, ağlar diye bağırıp çağırarak Solon’u aşağılamış. Ardından da:

- “Evet, Solon, gezdiğin gördüğün yerlerde başka kimler var, mutlu yaşayıp mutlu ölen?” diye devam etmiş.

- “Efes’te bir ayakkabı tamircisi, köşker vardı. O herkesi sever; herkes de onu.... Öldüğünde tüm Efes halkı cenazesine katıldı, üzüldü ağladı.” der demez, Krezüs eskisinden daha çok kızmış. Kralın Solon’dan istediği “Kralım Sizden mutlu kimse yok” demesiymiş. Bu son yanıttan sonra kral Solon’u Sart’tan kovmuş.


 
 Fotograf: Ahmet Çelik

Aradan epey zaman geçmiş. Lidya’nın, Sart’ın bu zenginliğine sahip olmak isteyen ve egemenlik alanı İran olan Pers Kralı Kirus (Kyros) ordusuyla gelerek Lidya devletine saldırmış. Uşak yakınlarında yapılan savaşta Krezüs’ün ordusu yenilmiş ve Krezüs kaçarak Sart kalesine sığınmış. Pers kralı Sart kalesini yıktırarak Krazüsü tutsak alarak onu büyük bir odun yığınının üzerine yakılmak üzere oturtmuş. Odunlar tam ateşe verileceği sırada Krezüs’ün ağzından “Ah..! Solon, ah!” sözü çıkmış. Yakım işini durdurup, ne demek istediği sormuşlar. Yanılgının verdiği hüzünle:

-“Ben, Lidya devletinin güçlü kralıyken, kendimi dünyanın en mutlu insanı sanıyordum. Bir zaman Solon adında bir gezgin filozof gelmişti. Ona dünyada mutlu yaşayıp, mutlu ölen kim var diye sorduğumda Atina’daki keçi çobanı ile Efes’teki köşkeri örnek göstermişti. Bense mutlu yaşayanlara beni örnek göstermediği için ona kızmış hatta kovmuştum. Şimdi onun ne kadar haklı olduğunu görüyorum. Kimse de öldüğüme üzülmeyecek!” demiş.

Bu tarihi öyküyü şunun için yazıyorum. Yaşamı boyunca herkesin sevgisini kazanıp bu dünyadan göçtüğünde pek az kişi iz bırakır. Pek az kişiye - yakınlarının dışında- üzülünür, acı duyulur.

Abdurrahman Koca’nın ölümü Atinalı keçi çobanı, Efesli ayakkabı tamircisi gibi herkesi üzüntüye boğdu, arkasından ağlattı. Onun varlığı Köşektaşlı için mutluluk kaynağıydı.

O, herkesin Apo abisiydi, Abdurrahman emmisiydi. Dürüstlük, yardımseverlik konusunda hiç kimsenin olumsuz bir şey diyeceğini sanmıyorum. İçine girdiği toplumu söz ve davranışlarıyla iyi yönde etkilemek herkesin başarabileceği bir davranış değildir. Hoşsohbetleri ve alçak gönüllüğüyle bunu yapabilen ender kişiliklerden biriydi o. Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasında anlatıldığı gibi eşi Zekiye’nin rahatsızlığı, ona bakmak zorunda kalışı, kendisinden evvel ölümüyle birinci kıyameti yaşaması gibi olumsuzluk onu yaşama küstürmemişti.

 “Bir insan ölünce, eğer onun yaşantısından, sözlerinden hala konuşuluyorsa, o insan hemen ölmez. Ölümünden elli, yüz yıl sonra bile hakkında konuşuluyorsa o yaşıyordur ve aramızdadır. Yaşamında söz ve hareketleriyle iz bırakamayanlar ölümleriyle hemen aramızdan ayrılır.” (Jules Romains)

Adurrahman abimiz, hep anımsanacak, anımsandıkça da gönlümüzde ve aramızda yaşayacaktır.

Keşke bu yazıyı senin sağlığında yazabilseydim!

Celalettin ÖLGÜN 


 

 




0 Yorum - Yorum Yaz
Saya Oyunu

KÖŞEKTAŞ’TA DÖRT MEVSİM 
VI- Saya Donatma
Şair Dr. Salim Çelebi


Çok uzun bir zamandan beri yazıya yansıttığı anı ve hatıralarıyla, periyodik olarak gerçekleştirdiğimiz güncellemelerimize renk, içerik ve farklılık katan, Köşektaş ve yöresine yönelik bilgi hazinesini zenginleştiren şairimiz Dr. Salim Çelebi'ye, bu uğurda sarfettiği emeği ve çabası için çok teşekkür ederiz!

kosektas.net

Amerikan Bezinden dikilme iç köyneklerimiz vardı. (Fanila. Ayrıca, kazağa da fanille denirdi ya.)

Bitlenirdik, özellikle de kışın. Kafamızda ve iç köyneklerimizin dikiş yerlerinde bulunan bitleri, analarımız; iki başparmaklarının tırnakları arasında çıtır çıtır ezerek öldürürlerdi!

Bitler çok fazla ise, giysilerimiz şöyle bir ateşe tutulurdu. Yanan bitlerin cızırtısını kulaklarımızla duyardık!

Kartopu oynardık arkadaşlarımızla ve kayardık da eğimli yerlerden.

Ayağımızda lastik ayakkabılar vardı ve iskarpin çok az çocuğun ayağında bulunurdu. Babalarımız çorapların üzerine mes giyerlerdi.

Çatal şeklindeki lastik sapanlarla, basmada eşelenen serçeleri vurmaya çalışırdık!

Yerelması ve daha uzun süre bozulmadan korunabilmesi için toprak altına gömülen pürçüklü (Havuç) ve turp iştah açardı kış günleri.

Köyümüz üzümlerinden yapılan pekmez, verdiği enerjiyle karlı günlerin, vazgeçilmez besiniydi.

Akşamları, kermeyle yakılan sobanın gövdesine ve borularına; dilimlenmiş gumpür (patates) parçalarını yapıştırarak pişirirdik.

Saya donatılırdı şubat ayında: Köyün delikanlıları bir araya gelir, içlerinden altı - yedi kişiyi seçip farklı kılıklara büründürerek ev ev dolaşırlardı. Farklı isimleri vardı rol alan kişilerin: “Arap”tı birinin adı ve yüzü tava’nın isiyle kapkara boyanmış bir durumda olurdu. “Köse”ydi bir diğerinin adı: Üzerinde hayvan postundan yapılma bir giysi bulunurdu.

Anımsayamıyorum diğerlerinin isimlerini!

Saya donatanlar; bulgur, tere yağ ve ekmek toplarlar ve köyün tüm gençleri kendi aralarında pilav pişirerek yerlerdi.

Sayanın kökeni ve içerdiği anlam konusunda birçok sav ileri sürülmekte...
Köyümüz ve çevresinde; saç ve sakalı çıkmayan erkeklere “köse” denilmektedir. Ve yine saya donatanlar, sütten elde edilen tereyağ toplamaktadırlar. Bu nedenle ben, koyun karnında yünlenmekte olan kuzuların, bolluk ve bereketi için yapılan seramoni olarak değerlendiriyorum sayayı.

Dört - beş yaşlarındaydım. Yusuf amcam ve Hasan amcamın da ortak olduğu Massey Harrıs marka bir traktörümüz vardı. Köyümüzdeki tarlalar bittikten sonra, çalışmak için Çöl taraflarına giderlerdi. (Sadık köyünden daha öte tarafta bulunan tarlalara “çöl” denirdi.)

Köyümüzden çoğunun oralarda da (çölde) tarlaları vardı. (Komşu köylerin ta ötesinde Köşektaş’ın tarlalarının olması beni hep “aceba niye?” diye düşündürmüştür. Sanıyorum köyümüzün kökeni için iyi bir araştırma konusudur da.)

Kar ve kışın bastırmasıyla babamlar köye dönmüş, fakat traktör kar ve çamurdan dolayı tüm uğraşlara rağmen bir türlü çıkarılamıyordu köye.
Traktör, köyümüzün altındaki değirmene yakın bir yerde kalmıştı.

Kız kardeşim daha yeni doğmuştu, gidip müjdelememi söylediler. Dam boyu kar kaplı olduğu için her taraf, çığır açmışlardı. O çocuk halimle düştüm yola. Babamlar Salih Amcanın dükkanında oturuyorlardı.

Dükkanlar, sadece alışveriş yapılan yerler değildi o zamanlar; aynı zamanda oturulup sohbet edilen yerlerdi de.

Müjdeyi verdim ve karşılığını da aldım babamdan tabi: 15 kuruş. Biri on kuruş, diğeri beş kuruş olmak üzere iki madenî para.

Elimde paralarla oynarken ikisini de düşürdüm! Elimden yere düştü ve yuvarlanarak gitti paralar.

Utancımdan söyleyemedim hiç kimseye!

Bunca yıl geçmiştir aradan, fakat benim için en büyük para; kaybettiğim o 15 kuruş olmuştur hep!

Köşektaş'ta Dört Mevsim l VI - Saya Donatma l Şair Dr. Salim Çelebi